Bekir Sami BAYAZIT’ın yazdığı, Editörlüğünü Yaşar ALPARSLAN ve Serdar YAKAR’ın yaptığı, 1. Baskısı 1989 yılında Antakya’da yapılan, 2. Baskısı Mayıs 2008’de Kahramanmaraş Ukde Kitaplığı Maraş Tarihi Serisi’nden çıkan “1865-1866 Kürtdağı, Cebel-i Bereket Kozanoğulları İsyanı ve Güneydeki Aşiretlerin İskânları” adlı 256 sayfalık kitabı Hatay Cemil Meriç İl Halk Kütüphanesi Müdürü Sevgili Celal Baz vasıtasıyla Kahramanmaraş Afşin Halk Kütüphanesi’nden Haziran 2018 tarihinde getirttim. Kitapta Fırka’i İslahiye ve yapmış olduğu iskân ile Hassa’yla ilgili bölümler şöyledir: “1832 tarihinde Adana’yı işgal eden asi Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa Nizip, Antakya ve Maraş’ı da alarak Gülek Boğazı’na hakim olmuş, babası Mehmet Ali Paşa’nın büyük Arap Devleti kurma hülyasını gerçekleştirmeye bir dereceye kadar muvaffak olmuştu. İşte Osmanlı devletini içine düşürdüğü bu krizden kurtarmanın tek çaresi bu yörelere aşiretlerin toprağa bağlılıklarını, yani iskanlarını sağlamak ile gerçekleştirildi.” (s. 49)
Araştırmacı Cezmi Yurtsever’in “Ermeni Terör Merkezi Kilikya Kilisesi” adlı kitabından şu alıntı yapılmaktadır:
“Osmanlı Devleti’nin içine düştüğü krizden yararlanmak isteyen Mehmet Ali Paşa, Suriye’yi de alarak Mısır’a bağlamak amacını hareketleriyle belli etmiştir. Mehmet Ali Paşa’nın bağımsız bir Mısır Devleti’nin Suriye’yi hudut yapması gerekli olduğu, çünkü Mısır’ın tabi hudutlarının Süveyş’te değil Toroslardadır.” diyen Mehmet Ali Paşa’nın “Suriye’yi de alarak bağımsız bir Arap Devleti kurmasına Osmanlı Devleti karşı çıkmıştır.”
“Ermeni terörizminin en büyük engeli, 1865 Çukurova reformunu gerçekleştiren kişi büyük devlet adamı Türk yönetimi adına 1865 Çukurova reformunu gerçekleştirerek Ermeni dünyasının gözlerini Sis’e ve Kozan’a çevirmek istemiş öncelikle Çukurova (Kilikya), Maraş, Antep, Halep, Antakya bölgelerine Türk nüfusun mülkiyeti, medenileşmesi, milli idarenin güçlenmesi, ekonominin canlandırılması gibi önemli sahalarda gerçekleştirdiği sosyo-ekonomik kalıcı icraatiyle Türk hükümdarlığını ebedileştiren tarihi sima olarak görebiliriz.” diyerek nitelendirdiği büyük devlet adamı ve asker’i müşavir Ahmet Cevdet Paşa ile Müşir (Maraşal) Derviş Paşa’nın bu muazzam iskan politikası bir taraftan Arap milliyetçiliğinin Hatay ve Adana’yı da alarak Gülek Boğazı’na kadar genişleme politikasına, bir taraftan da Ermeni hayalcilerinin Kilikya prensliği kurma politikasına dur emri niteliği taşıyordu.” ” (s. 49, 50)
“Evet isyan ve iskan tanığı Dadaloğlu, aşiretlerin isyanlarını değil de iskanlardaki adaletsizliğe, ekonomik düzene karşıdır, öfkelidir.” (s. 63)
Prof. Faruk Sümer’in “Oğuzlar-Türkmenler” adlı kitabından şu bilgi aktarılıyor:
“Hükümetin Fırka-i İslahiyye’yi göndermekteki asıl gayesi ise Çukurovalılara daha iyi bir hayat sağlama hususu ile değil, şiddetle çekmekte olduğu asker sıkıntısını gidermek maksadı ile ilgili idi.” (s. 64)
Ahmet Z. Özdemir’in “Avşarlar ve Dadaloğlu” adlı kitabından şu bilgi veriliyor:
“Araştırmacı Ahmet Z. Özdemir “Amacımız İskan” diye vasıflandırdığı Osmanlı iskan politikasını: “Fırka-i İslahiyye devlet açısından başarılı olmuştur, başı boş dolaşan Türkmenleri toprağa bağlamıştır. Fakat iskan yönetimi hatalı ve yanlıştır. Devlet güçleri tüm güney Türkmenlerini ezmiş, sindirmiştir. Cevdet Paşa’nın Cahit Öztöle’nin ve diğer yazarların savlarının tersine acemice ve hoyratca yapılan bir iskandır. Bu iskanda çok kanlar dökülmüş çok ocaklar söndürülmüştür.” diye tenkit etmektedir.” (s. 64)
“Aşiretlerin iskanları, toprağa bağlanmaları yurt tutmaları, tarıma yönelik harekatın başlaması, çok güç olan hayvancılıktan kısmen de olsa kurtulmaları muhakkak ki çok yerinde olan bir harekat idi. Büyük araştırmacı Cezmi Yurtsever’in deyimiyle “Çukurova reformu” ile aşiret ve aileler toprak mülkiyetine kavuşuyorlardı. Ancak sosyal düzendeki bu ani değişim kolay değildi.” (s. 65)
Şemseddin Mursaloğlu’nun “Büyük Reyhanlı Türkmen Aşireti” adlı kitabından şu alıntı yapılıyor:
“Asırlardan beri diledikleri kadar sonsuz hürriyet sahibi Reyhanlılar için düzenli hayata girmek pek zor olmuştur. Komşu Türkmen aşiretleri de yeni şartlara intibakta güçlük çekmişlerdir. Yazları yayla insanlarıydiler, kışlak iskan edilmek onlar için öldürücü şartlar getirmiştir. Bu sırada ova tamamen bataklıktır. Her aileye toprak verilmiştir, reform yapılmıştır, ancak aşiret çiftçiliği bilmiyor. Elinde araç ve gereç yoktur. Herkes şaşkındır. Yukarda saadetlerinden bahsettiğimiz insanlar artık hasta, aç ve açıkta, çaresizlik içindedir. Yaylaya kaçmak isteyenleri önlemek için boğazlar, geçitler asker tarafından tutulmuştur. Ancak birçok insanlar verilen toprakları, hatta hayvanları bırakarak dağlara kaçıp kurtulmak istemişlerdir. Halk arasında şuursuz bir çırpınış başlamıştır. Toprak değeri nedir o da bilinmiyor. Civar dağlara hatta eski yurtlara, Uzunyayla’ya fırsat buldukça kaçan, kaçana idi. Ölen oluyor, Türkmen nüfusu günden güne eriyor ve azalıyordu. Halk umutsuz son derece bedbaht olmuştu.” (s. 65)
Dr. Yusuf Hallaçoğlu’nun “Fırka’i İslahiye ve Yapmış Olduğu İskân” adlı eserden şu bilgi aktarılıyor:
“Yakın tarihte yapılmasına rağmen Fırka-i İslahiyye’nin icraatı bir askeri harekat gibi telakki edilmektedir. Halbuki 1865-1866 yıllarında Çukurova, Gavurdağı (Cebelibereket), Kürtdağı ve Kozan dağlarında devlet idaresini yeniden tesis eden Fırka-i İslahiyye yalnız askeri tenkit harekatı olmayıp bunun yanında bilhassa konar göçer oymakların, iskan ve yerleşmelerinin de başarıldığı bir kuruluştur. Ayrıca bu icraat esnasında kurulan kasaba ve köyler, bugün önemli merkezler haline gelmiş olup, çevre il ve ilçelerin de gelişmesinde büyük bir rol oynamıştır. Yeni Türkiye’nin bugün nüfus bakımından dinamik ve hareketli olmasında 19. yüzyılın ikinci yarısında yapılmış bunun gibi iskan ve yerleştirme harekatlarının rolü büyüktür” (s. 66, 67)
“Sonuç olarak araştırmacı ve tarih yazarlarının isyanın bastırılmasına karşı olmadıkları, ancak askeri harekatın lüzumundan fazla sert olduğu kanısına varılmaktadır.” (s. 68)
“Ayrıca yine araştırmacı ve yazarlar genellikle Osmanlı iskan politikasını tasvip ettikleri görülmesine rağmen, aşiretlerin iskanlarının tedricen yapılmasını ve isyanda aşiretlerin sosyal yapılarının birden bire değişikliğe uğraması gerek ekonomik bakımdan gerekse barınak ve sağlık bakımından çok zor şartlar getirdiği haklı olarak belirtilmektedir. Aşiretlerin iskanlarından en çok sevinen taraf öteden beri meskun yerleşik ahalinin çiftçilik yapan kesimi olmuştur.” (s. 68)
Bu konuda Doç. Dr. Yusuf Hallaçoğlu’nun “Osmanlı İmparatorluğu’nun İskan Politikası” adlı kitabından şu alıntı yapılıyor:
“Onların başı boş gruplar olarak telakki edilmelerine, yaylak ve kışlaklarına harekatları esnasında yollar üzerinde bulunan yerleşik ahalinin ekinlerine ve mallarına zarar vermeleri sebep olmuştur. Bunun neticesi olarakta yerleşik ahalinin onları devlete şikayet ettikleri görülmektedir.” (s. 68)
“Yetkilerimiz Fırka-i İslahiyye’de Komutan Derviş Paşa ile hemen hemen aynıydı. Daha ziyade mülki ve siyasi yönetim bana ait, askerin sevk ve yönetimi Derviş Paşa’ya ait ise de birlikte yürütürdük. Osmanlı orduları baş komutanlığı emirleri gereğince kurmay heyeti manevi yönetimim altında ise de genellikle her hususta benim fikirlerime müracaat ederlerdi. Derviş Paşa ile ortak yetkilerimiz pek geniş olup asker bakiyelerinin vergi borçlarının affına yetkili olduğumuz gibi gerekenlere birkaç bin kuruş maaş bağlamakta yetkilerimiz içindeydi.
Fırka-i İslahiyye bu şekilde düzene konularak ilk önce Kozan üzerine yürümek kararı verilmiş iken, ilk önce Gavurdağı’nın disiplin altına alınması tarafımıza emir buyuruldu.” (s. 77)
“Halep ve Ayıntap taraflarında halk “Emir” ve “Yeniçeri” diye iki kısma bölünmüş olup Yeniçeri takımı devlet taraftarı, Emir’ler ise asalet gayreti güderlerdi. Her iki taraf arasında zaman zaman silahlı muharebeler olur, her iki tarafta birçok zaiyat verirdi. Maraş sancağında da Ayıntap sancağı gibi ahali, Bayezidli ve Zülkadiriyeli diye ikiye bölünmüştü. Bu iki aile arasında zaman zaman çarpışmalar olur ve kan dökülürdü. Zülkadiriye memleketi Osmanlılar tarafından alındığında Bayezit Bey adında birisi Maraş beyi tayin olunmuş, Bayazıt beyine taraftar olanlara Bayezitli, Zülkadiriye beyliğine taraftar olanlara Zülkadiriyeli denilirdi. Maraş şehrinde her iki tarafın kahvehaneleri bile ayrı ayrı semtte olup birbirlerinin kahvelerine bile gitmezlerdi. Maraş sancağına bağlı ilçe, bucak ve köyler bile iki kısma ayrılmışlardı. Örneğin Maraş sancağına bağlı Bulanık (şimdiki Bahçe) ilçesi iki bucaktan ibaret olup birisi Bayazitli, birisi Zülkadiriye taraftarı olduğu gibi o zamanlarda Maraş sancağına bağlı (şimdi Hatay ili Hassa ilçesine bağlı) bulunan Tiyek ve Akbez beyleri Zülkadiriye, Hacılar bucağı beyleri ise Bayezitli taraftarı idiler.” (s. 86)
“Hacılar, Tiyek ve Ekbez bucakları beylerine gelince: Bunlar öteden beri bağımsız birer derebeyi olup, devlet gelirlerini bildikleri gibi toplar, diledikleri gibi sarf ederlerdi. Bulundukları yerlerin vergilerini toplayarak sanki devlete bağlı kimselermiş gibi devlete itaat ettiklerini ispat etmek için bağlı bulundukları Maraş mutasarrıflığı maliyesine topladıkları vergilerinin ancak onda birini yatırırlar onda dokuzunu diledikleri gibi kendileri harcarlardı. Ve bu üç bucak, yani Hacılar, Tiyek ve Ekbez devlete toplam olarak ikiyüz elli kuruş tarım vergisi öderlerdi. Halbuki geçen sene Mehmet Bey Maraş Mutasarrıfı tarafından müdür (kaymakam) tayin edildiğinde Tiyek ve Ekbez bucaklarından beşyüz kuruş vergi tahsil etmiş, Paşo Bey Mehmet Beye itaat etmediğinden Hacılar aşireti adına bir kuruş vergi vermemiş idi. Hacılar, Ekbez ve Tiyek bucaklarının toplam vergi tutarlarının, yaptığımız araştırma sonucu bir hayli kabarık olduğu anlaşılmış idi. Böyle başı boş yönetime alışmış olan bu beylerin bir kaymakam emrine girmeleri, ona bağlı duruma gelmeleri kendilerince hoş karşılansa bile, kendilerine bağlı bulunan aşiretlerin bunu pek hoş karşılamayacakları ve nüfuzlarının kırılacağı belli olduğundan daha sonraları başka yerlere gönderilerek oturmaları Mursaloğlu Mustafa Bey tarafından Paşo Bey’e bildirildiğinde Paşo Bey bu girişime hak vermiş ve Paşo Bey Karabeyzade Mehmet Bey hakkında ne işlem yapılacaksa, kendisinden üstün olmamak şartıyla her ne emir verilir ve nereye gönderilirse bu emre razı olduğunu Mursaloğlu Mustafa Bey’e bildirmişti. Karabeyzade Mehmet Bey ile Paşo Bey’e ömür boyu aylık ikişerbin kuruş maaş bağlanarak Mehmet Bey’in Rumkale kaymakamlığına ve Paşo Bey’in de Elbistan kaymakamlığına tayinleri ile kendilerine ayrıca rütbe verileceği vaad edildi. Diğer üç bucak beylerine de ömür boyu maaş bağlamak yetkimiz altında olduğundan bu kişilere geçici senetler verilir. Bu senetler ben ve Derviş Paşa tarafından birlikte mühürlenir ve geçici senetler daha sonraları Başbakanlıktan onaylanarak sahiplerine para olarak ödenirdi. Karabeyzade Mehmet Bey telaşlı ve evhamlı bir kişi olduğundan Rumkaleye gitmesi beklenirken geceleyin kardeşi ve karısı ve çocuklarını alarak Tiyek’in yukarı tarafındaki Kapulu yaylasına çıkarak Ulaşlı ağaları ile çarpışmaya başlamış. Tiyek ahalisine beraber hareket etmelerini emir etmişse de kendi yakınları ve emrindeki bir takım eşkiyadan başka kendisine taraftar bulamamıştı. Az sonra ordu karargahına geri dönerek pişmanlık duyduğunu söylemiş ve orduya sığınmak istemiştir. Bu istekleri kabul edilmiş ise de bundan sonra kendisine memuriyet ve rutbe verilemeyeceği söylendiğinde aylık bin kuruş maaşla Antakya’da oturmak istediğinden Antakya’ya gönderilmesi uygun görüldü. Hacılar aşiret beyi Paşo Bey bu konuda üstünlük sağladığından olağanüstü memnunlukla ve büyük bir debdebe ve uğurlama ile Elbistan’a giderek kaymakamlık görevine başlamış, devlete sadık olarak görevini sürdüren Paşo Bey’e daha sonraları (Mirül-Ümera (sivillere verilen paşalık rütbesi)) verilmiş idi.” (s. 100, 101)