Kısa adı İLESAM olan Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği’nin Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla Türkiye’nin beş ilinde (Ağrı, Çanakkale, Ordu, Hatay ve Gaziantep) düzenlediği “Sanatın ve Kültürün Kardeşliği Müze-Şiir-Müzik Programı”nın dördüncüsü 2-3 Kasım 2018 Cuma ve Cumartesi günleri Antakya’da gerçekleştirildi.
“Sanatın ve Kültürün Kardeşliği Müze-Şiir-Müzik Hatay Programı”adlı bu etkinliği düzenleyen İLESAM Genel Başkanı Sayın Mehmet Nuri Parmaksız’a ve Kültür ve Turizm Bakanlığının yetkilileribaşta olmak üzere Hatay İl Kültür ve Turizm Müdürü Sayın Hüsnü Işıkgör’e, Hatay Cemil Meriç İl Halk Kütüphanesi Müdürü Sayın Celal Baz’a,Hatay Arkeoloji Müzesi Müdiresi Sayın Nalan Yastıve katkı veren herkese teşekkür ediyorum.
Böyle bir programın ilimizde yapılması biz Hataylılar için önemli ve anlamlıdır. Zira bu coğrafyada birçok kültürün izi bulunmaktadır.
İlimizde bulunan Arkeoloji Müzesi ve müzedeki eserler geçmişten bugüne sanatın ve kültürün zenginliğini göstermekte ve bu değerlerin kardeşliğine örnek teşkil etmektedir.
Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk diyor ki; “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.”
Toplum ve millet olarak varlığımızı ilelebet devam ettirmek istiyorsak sanata gerekli ilgiyi göstermek mecburiyetindeyiz.
“Kültür bir toplumda geçerli olan ve gelenek halinde devam eden her türlü dil, duygu, düşünce, inanç ve yaşayış ögelerinin tümüdür.” (Prof. Dr. Şerafettin Turan)
Yani “Kültür, bir halkın yaşama tarzıdır.” (C. Wissler)
Milli kültür olmadan millet, millet olmadan devlet olmaz. Onun için kültürümüze sahip çıkacağız. Ortaya sanat değeri olan kültürel eserler koymak durumundayız.
Bir atasözümüz şöyledir: “Varsa hünerin, her yerde vardır yerin”. Sahip olduğumuz coğrafyaya sanat ve kültür açısından mührümüzü vurabildiğimiz ölçüsünde kalıcılığını sağlarız.
Bu etkinliklerde yazar ve şairlerimiz yer aldılar. Yazar ve şair dendiğinde kitap, kitap deyince de okumak akla gelir. Sanat ve kültür değerlerimizi öğrenmenin yolu da okumaktan geçmektedir.
Okuma alışkanlığını, zevkini küçük yaşlarda roman, hikâye ve şiir gibi kitaplarla kazandıktan sonra muhtevası daha ağır olan kitaplar okunmaya başlanmalıdır. 1970’lerde bir dergide, bir yazının altını çizdiğim cümlesi şöyleydi: “Günde en az bir gazete, haftada bir dergi, ayda bir kitap okumayan insan kültürlü insan değildir.” Bu ifadeyi yıllardır aklımdan hiç çıkarmadım ve okuma hususunda beni teşvik eden faktör oldu.
İnsan istedikten sonra her zaman okumaya zaman ayırabilir. Zaman bulamıyorum demek mazeretten başka bir şey değildir. Her zaman her yerde kitap okunabilir. Yeter ki istekli olalım.
‘Kıraat’ okumak demektir. Bugünkü kahvehanelerimizin eski adı ‘Kıraathane’ idi. Yani okunan yer, ‘okuma merkezi’ demektir.
Az okuyoruz! Çünkü merak etmiyoruz. Okumak için ‘merak’ yani ‘tecessüs’ şarttır. Kafasında ‘bilimsel şüpheler’ taşımayan, soru işaretleri olmayan, merak etmeyen insan okumaz. Eğer insanların kafasında tecessüs uyandırabilirsek, soru işaretlerini koyabilirsek, onların zihin formatları araştırmaya yönelecektir. Mesela tarihini merak edecek, dinini merak edecek, fen bilimlerini merak edecek, kültürünü merak edecek… Bu ‘merak’, ‘soru işaretleri’ ve ‘bilimsel şüpheler’ onu kitapla buluşturacak, beraberinde okumayı ve araştırmayı sağlayacaktır.
Az okumanın bir başka sebebi ise ‘model eksikliği’ dir. Öğrencinin en iyi modeli anne-baba, arkadaş ve öğretmendir. Kitapla dost olmayan bir öğretmen, aldığı kitap için çocuğuna kızan bir baba, elinde kitaba rastlanmayan bir arkadaş kötü bir modeldir.
Okuma ve yazma konusunda mükemmel bir örnek Cemil Meriç’tir. Cemil Meriç, gece gündüz okuyordu. Bu yüzden gözlerinin gücünü her gün biraz daha yitirdi. Ne var ki o buna hiç aldırmaz, odasında masanın üstünde sandalyeyi koyar, kendi de sandalyeye çıkarak kitabını, ampule 30 santim uzaklıkta tutardı. Bunu, elektrik ampulünü aşağıya değin iletecek kordona verecek parası olmadığı için yapardı. Bunca parasız oluşunun sebebi ise, eline geçen paranın tamamını kitaba yatırmış olmasıydı.
Cemil Meriç 39 yaşında gözlerini kaybetmesine rağmen 11.000 kitap okuyor. Gözlerini kaybettikten sonra 32 yıl boyunca 20 kişi ona kitap okumuştur.
Okumak insana öncelikle sağlıklı düşünmeyi kazandırır. Olgun olmayı, olaylar karşısında soğukkanlı ve objektif olmayı sağlar. Konular hakkında yüzeysel değil derinlikli bilgi birikimine sahip kılar. Tek yönlü okumak insanı robotlaştırır. Çok yönlü okumak önemlidir. Bu size özgür olmayı, farklı düşünebilmeyi sağlar. Kendine güveni tesis eder.
Kitap okurken hem yeni bilgiler öğrenir, ufkunuzu genişletir, hem de günlük sıkıntılarınızdan az da olsa uzaklaşmış olursunuz. Çok kitap okuyanların konuşması düzelir. Güzel ve anlamlı cümleler kurar. Fikrini sağlıklı bir şekilde aktarabilir muhatabına. Fazla gaf yapmaz. Hadiseleri daha geniş açıdan ele alarak değerlendirir. Kolay öfkelenmez, sabrı öğrenir. Anlayışlı ve hoşgörülü olur…
Bir bilgeye sormuşlar, “Kaç yaşındasınız” diye. Biraz düşünüp, “Bin yaşındayım.” demiş. Bunun ne demek olduğunu sorduklarında, “1000 yıl önce yaşayanları ve yaşananları okudum. Yaşadıkları mekânlarda bulundum. Tecrübelerini, hayat tarzlarını, fikirlerini öğrendim. Zaman olarak bir daha yaşamam gerekmez ki. Ben artık bin yaşındayım.” demiş.
Hatay Cemil Meriç İl Halk Kütüphanesi’ndeki kitaplar bizleri bilgi denizine götürmekte, Hatay Arkeoloji Müzesi’ndeki eserler de bizleri binlerce yıl ötelere götürmektedir. Burada bulunan kitapları iyi okumamız, sergilenen eserleri iyi incelememiz, anlamamız gerekiyor.
Her yaşa, fikri ve kültürel seviyeye uygun kitaplar okunmalıdır. Zamanından önce okunan kitaplardan yeterince faydalanamayız. Çünkü kitabın içindekileri anlayacak kelime, kavram derinliğine sahip değiliz. Yine zamanından sonra okuyacağımız kitaplar da bizi gereğince etkilemez. Çünkü iş işten geçmiş olur.
Ben, bir kitabı zaman içerisinde birkaç defa okuduğumu söyleyebilirim. Bu kitaplar fikri derinliği olan kitaplardır. Kelimelerinde, cümlelerinde derin manalar saklıdır. Her okumamda yeni şeyler öğrenmişimdir.
Zamanında okunan kitaplar insanı çok etkiler. Gençlik yıllarım olan 1970’lerin sonuna doğru okuduğum Prof. Dr. Ali Fuad Başgil’in “Gençlerle Başbaşa” adlı kitabını gençlere yönelik hazırladığım bir yazı için yıllar sonra tekrar okuma ihtiyacını hissetmiştim. Bu defa okurken bir de baktım ki o kitaptan çok etkilenmişim. Kitapta yazılanların ekseriyetini hayatımda uyguladığımı gördüm…
Reyhanlılı olup ta Cemil Meriç’i tanımayan, Yayladağılı olup ta Ali Yüce’yi, Mehmet Turan Yarar’ı tanımayan, Antakyalı-Altınözülü hem de hekim olup ta Dr. Edip Kızıldağlı’yı tanımayan, Dörtyollu olup ta Kadir Aslan’ı tanımayan, yine Antakyalı olup ta Burhan Günel’i tanımayan ve Hataylı olup ta Mehmet Tekin’i tanımayan insanların çok oluşu bizim kültüre, edebiyata bakışımızı göstermektedir.
Devam Edecek