“Amanoslarda bir kartal yuvası…ŞÂLAN KALE
(Yazı, 1930’lu yıllarda Refik Halid Karay tarafından kaleme alınmıştır.)
(…)
Templiers tarikatı cenkçileri, Haçlılar akınının başında, Amanos eteklerine vardıkları zaman Amuk ovası ile Akdeniz arasına gerilen bu sarp ve azametli dağları aşmak için Daryüs ile İskender’in izlediği yolu seçmişler…
Bu yol, şimdiki şose geçiş yeri Beylan geçidi değildi.
İranlı ve Makedonyalı cihangirler Amanos’un ortasına, en yüksek ve çetin tepelerine saldırmışlardı. Bu saldırış Askeri bir ihtiyaçtan, geçitlerin daha kolay savunulma ve korunması yeteneğinden doğmuştu.
Templiers’ler de öyle yaptılar, denizden ovaya, ovadan denize inmek için en çok 800 metreye yükselen yatkın geçidi (Beylan) gözardı ederek, 1250 metreyi aşan yüksek tepelere başvurdular.
O kanlı gezintilerden, bugün, Amanos dağlarında üç anıt Kale yıkıntısı kalmıştır: SARISEKİ, ŞALAN VE DARBISAK Kaleleri.
(…)
Şalan kale bütün geçitlere ve tepeciklere egemen bir dağ mahmuzu üzerine kurulmuştur. Askeri yazarlar diyor ki:
” …Hisar en mükemmel bir gözetleme noktası teşkil etmekte idi. Denize ve ovaya yol veren orasıydı ve dört taraftan gelebilecek düşmana karşı kolaylıkla kendisini koruyabilirdi. Hatta; eski zamanlar için bu kıymette olan Şalan Kale, bugün de gene öyledir. Yerli elinde olmak ve yahutta yerli klavuzlar bulundurmak şartı ile orada modern silahlı bir küçük kuvvet koca bir orduya göğüs gerebilir.”
Gözü ile gören yazar ve gezginler de;
” …Bu hisar hakiki bir kartal yuvasıdır, demektedirler; Kenarına varıldıktan sonra yalnız taban katına çıkabilmek için ipler, kancalar kullanmak şartıyla bir saat uğraşmak gerekir. Bir gezgin yazara göre bu tırmanış hakikaten öyledir. Fakat Amanos Köylüsü için kolaydır. Şatonun bilinmeyen bir tarafından bir gizli geçit, bir sıçan yolu vardır.”
(…)
Eski savaş adamları bu kaleyi Amanosların en can alıcı, önemli bir geçit yerine ve ele geçirilmez bir tepesine kurmuşlar.
Denize inen yollar buradan geçer, sonra iç ovalara da geçit gene buraları verir.
Doğuya doğru bakınız, şu yüksek dağın adı AKKAYA’dır, yüksekliği 2500 metre… onun kenarında Leçe denilen ovaya inen yol katır sırtında tam 10 saat sürer. Bu taraftaki patikayı tutarsınız. Karagediği geçidinden gene ovaya 7 saatten önce varamazsınız, Akkaya’dan diğer bir keçi yolu ormanlar arası sizi 8 saatte aşağı indirebilir.
(…)
Şalan Kale, Elma dağından çevrilir.
İşte Aylan yaylası… işte Mangiztepesi…Ve, bu tepenin altında korkunç bir yar daha…
Şimdi bir boğaza giriyoruz: çınarlar, salkım söğütler, pembe zakkumlarla süslü çınarlar, serin gölgeli sulak bir boğaz…
Buradan Şalan Kaleyi kurt bir karartı halinde Mangiz dağının üçüzlü tepesi altında uzamış, kayadan bir mahmuz ucunda görebilirsiniz.
Fakat ona varmak için daha epeyce yol almanız gerekir.
Önce Paşoluk yaylasına uğrayacaksınız…
Yayla baştanbaşa bir meyve bahçesidir. Acaba bu yeri seçen ve keyfini süren paşa kimdi? Her bucaktan bir pınar kaynar, arklarda serin ve keyifli sular şakır. Gelişmiş çınarların gölgesi çimenliktir; çağlayanların beyaz köpüklerini iyice görebilmeniz için salkım söğütlerin ipek eteklerini aralamanız gerekir.
Paşoluk’tan sonra bir yayla daha: Çınar köyü…
Çınar köyünde dünyanın, sanırım, en mutlu, sağlıklı, iri ve gürbüz çınarlarını bulacaksınız. Öyle çınarlar ki, ne kadar kocamış olsalar yaşlarını göstermiyorlar: bedenleri kavuklaşmıyor dallarına da içkiden şehvetten sarhoş çiftler isimlerinin ilk harflerini kazımışlardır.
Bir dere, onu geçtiniz; bu kez başınızı azıcık yukarıya kaldırınız: Şalan Kale bütün görkemiyle tepede duruyor. Kalenin setleri, sperleri önündesiniz.
(…)
Şalan Kale Templierslerin kurdukları bir ulu hisardır ve Antakya prensliği zamanında Ermeniler, Bizanslılar, Franklar arasındaki savaşlarda büyük bir yol oynamıştır.
Bir zamanlar binlerce silahşor barındıran bu geniş ve heybetli hisardan bugün ayakta kalan bir dev iskelettir; kalın taş kemikli, yarı kambur, yer yer çökük, fakat hala ayakta tutunmaya çalışan bir iskelet. Hiç ışık yüzü görmeyen dehlizlerinden ve kubbe altlarından birdenbire bir meydanlığa çıkıyorsunuz, damından eser kalmamış, dişlek duvarlı, otlar yerleşmiş bir meydanlık… Işıktan gözleriniz kamaşıyor, sonra yine bir kemere, bir kubbe altına, boşluğu giriyorsunuz, yeniden açıklığa varmak için…
Kuzeydeki burç ve bir hisar, henüz sağlamlığını, kubbelerini ve merdivenlerini koruyor.
Kalenin sarnıcı … Orada eski Kilise harabesi var. Buradan Karataş ve denize doğru gönül alıcı bir manzara ile karşılaşırsınız. 1260 metre yükseklikte bu bakış insana bir kartal gururu verir. İnsan kartallaştığını sanır.
Kilise taşları üzerindeki yarı silinmiş yazılara bakıldığında, Bizans eseri olduğu, Latince yazılar bulunduğu görülür Binanın yapı şekli ise haçlılar devrine ait olduğunu gösteriyor.
Kaynak: Refik Halid Karay; Çete romanından kesitler…”
Vedalaştık. Bostan ibiş ağabeyim’e rahmet okuyarak kızının evinden ayrıldık. Eşmişek köyü yolunu şaşırdım. Tekrar Ceylanlı içinden bu sefer Mezarlık yolunda Telbizek’e geçtik. Darb’ı sak kalesi yani Beyazid-i Bistami Türbesinin bulunduğu yerin kuzeyinden asfalta ulaştık.
Musa şimdi bugün yaşadıklarını düşünüyordur. Ben yazıya döküyorum. Hüsnü Hoca Gedik yaylasında serin bir havada uyuyordur.
Bu şehri yaşamak gerek. Bedenen ve ruhen yaşamak gerek. Yaşadıkça bu şehri daha çok seveceksiniz…
Hoşçakalın.