Ülkemizin en önemli narenciye merkezlerinden biri konumundadır Hatay. Arsuz, İskenderun, Dörtyol, Erzin kıyı şeridi ile Antakya, Samandağ bölgesi yanında Kırıkhan’da da bir çeşit portakal yetişir. Hatay’ın hemen her bölgesinde narenciye üretilmektedir. Telbizek köyü sınırları içerisindeki dar bir bölgede yetişen Telbizek Portakalı lezzeti, tadı ve bir başka yerde yetiştirilemeyen özellikleri ile Hatay’ın önemli portakal türlerinden biridir. Kırıkhan Hassa karayolunun 4. km’sinde bulunan, tarihi binlerce yıl önceye giden Trapesak Kalesi, diğer adıyla Darb-ı Sak Kalesi’nin kuzeyinde bulunan köy 3 aileden oluşur. Adı, dağ eteğinden geçen yol anlamına gelen Darbısak kelimesinden Telbizek kelimesine dönüşen köy, Kırıkhan – Hasssa yolunun 4. km’sinde Bozkayalar denilen kayalıkların ve Roma döneminden kalan Sütlü Mağara’nın bulunduğu tepelerin hemen batısında kalıyor. Çok çok eski yıllarda Antakya – Maraş – Antep yolu buralardan geçermiş diye rivayetler var. Bozkayalar ise taş ocağı olarak kullanılıyor. Darb-ı Sâk kalesi ile Ceylanlı köyü arasındaki boğazda bulunan Telbizek köyünün adı büyük bir ihtimalle Darb-ı Sâk, Terbezek ya da Trapesak adının bozularak günümüze ulaşmış şeklidir. Bu bölge, bir dönem buralarda hüküm süren Gündüzoğulları Beyliği’nin merkezi olarak kullanılan bir alandır. Köyün içinden geçen yol, batıda dar bir vadiden Ceylanlı köyüne doğru gider. Köyün ortasından geçen çay şimdilerde susuz olmasına rağmen, çevrenin su ihtiyacını karşılıyor. Telbizek köyü, üç aileden oluşuyor. Gedik, Sivri ve Kınalı ailelerine atalarından kalan köyün en büyük geçim kaynağı, burada yetiştirilen, lezzeti ve tadı ile dillere destan portakalı, yani Telbizek portakalıdır. Kırıkhan pazarında eskiden kıl çuval ve heybeler içinde satılan portakal ile ilgili değişik söylentiler var. Bu portakalın yetiştiği alan dışında aynı lezzette portakal yetiştirilemediği ileri sürülüyor. Köydeki bir portakal fidanı belli bir alanın dışında toprağa dikildiğinde aynı lezzette portakal elde edilmiyormuş. Bir başka söylenti ise, başka yerde yetiştirilen ekşimsi, bol çekirdekli bir portakal fidanı Telbizek köyündeki portakal bahçelerinden birinde toprağa dikilirse, elde edilen ürün çok lezzetli ve sulu bir portakal haline dönüştüğü yolunda… Bu toprağın bir özelliğinden mi, ikliminden mi bilinmez, Telbizek portakalının sulu, tatlı, çekirdeksiz özelliğinin topraktan çok, hava sirkülasyonundan kaynaklandığını söyleyen köylüler, başka yerden buraya getirdikleri fidanların iki-üç yıl içinde değiştiğini, buradan başka yerlere götürülen portakal fidanlarının verdiği meyvenin tadının bozulduğunu söylüyorlar. Köye varmadan önce, yol kenarındaki bir portakal bahçesine girdik. Bahçede birkaç kişi aldıkları portakalı götürürlerken, biz fotoğraf lamaya ve daha güzel görünen portakal ağaçlarının bulunabileceği düşüncesiyle bahçenin içlerine doğru yürüdük. Bahçenin bir kenarında bir kadın elindeki kovayı portakal yığını üzerine boşaltıyor. Çakır gözlü yakışıklı bir delikanlı ağaçtaki babasına yardım ediyor. Günlerden Cuma. Cumartesi günleri Kırıkhan’daki pazara yetiştirmek üzere portakal toplanıyor. Yakışıklı Eyüp, şalvarlı olduğu için fotoğraf çektirmiyor ama ikna ediyoruz, yakışıklılığından söz ederek. İlkokul öğrencisi. Portakalın lezzetinden, tadından konuşuyoruz. Bu bölgeye özgü olduğundan, bahçenin bakımının zor olduğundan, portakal fiyatının ucuzluğundan, emeği karşılamadığından sohbeti koyulaştırıyoruz. Eyüp’ün babası, köydeki üç aileden biri olan Gedik ailesine mensup. Benim Paşa lakaplı muhasebeci dostum Mehmet Gedik’e rahmet okuduk. Heybe veya eskilerden kalan kıl çuval olup almadığını sordum, genç kadın “Eskiden vardı. Şimdi kimsede kalmadı. Şu naylon çuvallar çoğalınca, heybe ve çuval kullanılmaz oldu” diye anlattı. Bahçe miras kalmış kendilerine. Başka mirasçıları da varmış bahçenin. Emeğin, bakımın zorluğunu, toplamanın, pazarda satıp değerlendirmenin zorluklarından söz etti biraz. Sonra, arabaya doğru giderken, Eyüp kocaman bir çuval portakalla arkamızdan geldi. Arabanın yanına kadar götürdük. Teşekkür ettik. Cömertlikleri imrenilecek kadar asilceydi. Öğle vakti; köyde kimsecikler yok. Tarlası, bahçesi olanlar işlerinde. Bir evin önünde yaşlı birkaç kadın sohbet ediyor. 30 – 40 haneli küçük bir köy. Şehir merkezine de oldukça yakın. Yüzlerce yıllık tarihe sahip köyde eski dönemleri anımsatan ne bir ev kalmış geride, ne de bir duvar. Köylüler durumlarına göre evlerini yenilemişler. Betonarme, binalar. Köyün orta yerinde portakal bahçeleri… Çayın kenarında uzun, yeşil, kocaman bir alanı kaplıyor. Portakal çiçeklerinin, portakal kokusunun taşına toprağına sindiği köyün içinden, Ceylanlı köyüne açılan vadiye doğru gittik. Köyden Kırıkhan’a doğru gelirken, Karacaoğlan’ın bir türküsü aklıma geldi; “Kim var imiş bir burada yoğ iken Şu yalan dünyaya geldim geleli Tas tas içtim ağuları sağ iken Kahpe felek vermez benim muradım Viran oldum mor sümbüllü bağ iken Aradılar bir tenhada buldular Yaslandılar şıvgalarım kırdılar Yaz bahar ayında bir od verdiler Yandım gittim ala karlı dağ iken Farımaz da deli gönlüm farımaz Akar gözlerimin yaşı kurumaz Şimden geri benim hükmüm yürümez Azil oldum güzellere bey iken Karac’oğlan derki bakın geline Ömrümün yarısı gitti talana Sual eylen bizden evvel gelene Kim var imiş bir burada yoğ iken Karacaoğlan”