Yıllar önce Türkiye gazetesinde seri halde “Kur’an-ı Kerimde ismi geçen Peygamber Kıssaları” başlıklı yazı yayımlandı. Bu yazının 12, 13 ve 14 Aralık 1998 tarihlerinde yayımlanan bölümlerinde Antakya halkı ve Habib-ün Neccar ile ilgili şu bilgiler veriliyor:
***
“ANTAKYA HALKI
İsa aleyhisselam havârîlerinden iki kişiyi, Allahü teâlânın emri ile Antakya’ya göndererek, orada yaşayan ve putlara tapan insanları, imâna davet etmeleri için vazife vermişti. Bu emir üzerine Antakya’ya giden elçiler, halkı Allahü teâlâya imâna, tevhide, davet ettiler. Onların bu davetleri, Antakya’yı idaresi altında bulunduran kral tarafından da duyuldu. Elçileri yanına çağırtıp görmek istedi. Elçiler kralın yanına geldiklerinde onlara;
– Siz kimsiniz? dedi. Elçiler;
– Biz İsa aleyhisselamın elçileriyiz, dediler.
– Bu şehre niçin geldiniz, maksadınız nedir?
– Sizi, işitmeyen, görmeyen ve hiçbir şeye kadir olmayan âciz putlara tapmaktan vazgeçip, her şeye kâdir olan ve her şeyi yaratan Allahü teâlâya imân ve ibadet etmeye davet için geldik.
– Putlarımızdan başka bir ilâh mı vardır?
– Evet vardır. Seni ve ilâh diye taptığın putları ve her şeyi yaratan Allahü teâlâdır.
*
ELÇİLERİ HAPSETTRDİ
Elçilerin bu sözüyle kendilerini imana davet eden elçileri hapsettirdi. Bu hapsedilme hadisesinden sonra, İsa aleyhisselam, havârîlerinin reisi olan Şem’ûn’u da, Antakya’ya gönderdi. Şem’ûn oraya varıp, kendini tanıtmadan ve dikkat çekmeden, kralın yakınlarıyla yavaş yavaş temas kurdu. Onlarla samimi bir hava içinde görüşüp konuşmaya başladı. Onlar da Şem’ûn’un kral ile temas kurmasını sağladılar. Nihayet Şem’ûn, kralın muhabbetini kazandı. Bundan sonra hapsedilmiş olan elçileri kurtarmak, kralı ve halkı, Allahü teâlâya imâna davet etmek için faaliyete geçti.
Şem’ûn, krala çok tesir ettiğine iyice kanâat getirdikten sonra, maksadını krala açıkladı. Bunun üzerine kral ve krala bağlı olanlardan bir cemâat imân ettiler. Halka da tebliğde bulundular.
– Gerçekten biz, size imânâ davet etmek için gönderilmiş elçileriz. Allahü teâlâya imân ediniz, dediler.
Fakat halk onları yalanlayıp, imân etmediler. Onlarla mücâdele ettiler.
– Siz de bizim gibi insansınız, bizden üstün bir meziyetiniz yoktur. Hem Allahü teâlâ aleme ne vahiy, ne risalet, kısaca hiçbir şey göndermemiştir. Siz yalan söyleyenlerdensiniz, dediler.
Elçiler dediler ki:
– Rabbimiz biliyor ki biz, Rabbimizin emriyle, İsa aleyhisselamın sizi imâna davet etmek için gönderdiği elçileriz. Bizim üzerimize düşen vazife apaçık bir tebliğdir.
*
APAÇIK BİR TEBLİĞ
İsa aleyhisselamın gönderdiği elçiler: “Bizim üzerimize düşen, apaçık bir tebliğdir” demekte, hem kendilerini teselli ediyorlardı. Yani; “Biz size tebliğde bulunmak suretiyle vazifemizi yaptık. Artık biz bunun mes’uliyetinden, boynumuzdaki bu borçtan kurtulduk” dediler. Hem de Antakya halkını, davetleri üzerinde düşünmeye teşvik ettiler.
Çünkü; “Bizim üzerimize düşen, apaçık bir tebliğdir” demek, onların bu tebliğ hakkında ve kendi durumları hakkında düşünmelerini icabettiriyordu. Çünkü bu elçiler, tebliğlerine karşılık olarak onlardan ne bir ücret, ne de bir başkanlık, makam, mevki istiyorlardı. Onların işleri sadece insanları imâna davet ve bunu insanlara anlatmak idi. Bütün bunlar ise akıl sahiplerini, tefekküre, iyi düşünmeye sevkeden sebeplerden idi.
***
HABİB-ÜN NECCAR
İsa aleyhisselamın elçilerinin davetten vazgeçmemeleri üzerine Antakya ahalisi:
– Doğrusu biz, sizin yüzünüzden uğursuzluğa düştük, yağmursuz kaldık. Eğer bu sözünüzden vazgeçmezseniz muhakkak sizi taşla öldürürüz. Bizden size acıklı bir işkence de dokunur, dediler.
Câhillerin âdeti şöyledir ki, hep nefislerinin arzu ettiği şeyleri ararlar. Hevâ ve heveslerine uygun görmedikleri şeyi red ve inkâr ederler.
Hattâ bütün hayırları ve saâdetleri içinde toplayan bir şeyi nefslerinin hevâsına ve bozuk isteklerine uymadığı için kabul etmezler.
*
TEHDİDE BAŞVURDULAR
İşte bu sebeple, Antakya ahalisi, elçilere; “Biz sizi sevmiyoruz. Zira siz, bizim arzumuzun tersine birtakım şeyler teklif ediyorsunuz. Bize böyle “imân ediniz” demekten vaz geçin. Eğer bu teklifinizden vaz geçmezseniz, sizi taşa tutarak öldürürüz” dediler. Nefslerinin hevâsına ve taşkın isteklerine uyan azgın insanların âdeti şöyledir ki; maksadlarına kavuşmak için önce çeşitli hile ve desîselere başvururlar. Böylece, içlerinde bulundurdukları azgınlığı ve kötülükleri gizlemek isterler.
Eğer böylece maksadlarına ulaşamazlarsa, zora ve tehdide başvururlar. Nitekim putperest Antakyalılar, İsa aleyhisselamın gönderdiği elçilere karşı bu yola başvurmuşlardır. “Size bizden acıklı bir işkence dokunur” diyerek, öldürünceye kadar taşlayacaklarını söylemeleri bu sebepledir. Onların bu tehdidine karşı elçiler bir adım bile gerilemediler ve:
– Uğursuzluğunuz beraberinizdedir yani batıl inancınızda ve bozuk amelinizdedir. Size nasihat edilirse bunu uğursuzluk sayacak ve küfrünüzde devam edeceksiniz? Doğrusu siz haddi aşmış bir kavimsiniz, dediler.
*
HİDAYET ÜZEREDİRLER
Antakya ahalisi, kendilerini saâdete kavuşturmak isteyen elçiler ile inatçı bir mücâdeleye girdiler ve aslâ dinlemediler. Neticede onları taşlayarak öldürmeye karar verdiler. Bu kararlarını, daha önce elçilerle görüşüp imân eden, Habîb’ün Neccar işitmişti. Şehrin en uzak bir yerinde olan evinden çıkıp, sür’atle koşarak, imân etmeyenlerin, elçiler ile mücâdele etmekte oldukları yere geldi. Halka, böyle bir işten vazgeçip, onlara inanmalarını söyledi.
– Ey kavmim! Uyun bu gönderilen elçilere… Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o kimselere… Onlar hidayet üzeredilerler. Onlara uyunuz ki, tebliğ etmeleri ve sakındırmalarından dolayı, sizden bir ücret istemiyorlar. Onlar sizi dünya ve âhiret hayrına davet etmektedirler. Layık olan şey, onlara ittiba etmeniz, tâbi olmanızdır, dedi. Habîb-ün Neccâr böyle deyince, putperest halk;
– Yoksa sen, bizim dinimize muhalefet edip, bu elçilerin dinine mi tâbi olursun? Bizim ilâhlarımıza tapmayıp, onların ilâhına mı ibadet ediyorsun? dediler. Habîb-ün Neccar:
– Bana ne oldu ki, beni yaratan Allahü teâlâya ibadet etmeyeyim? Siz öldükten sonra O’na döndürüleceksiniz. Allahü teâlânın huzurunda küfrünüzün, batıl amellerinizin cezasını göreceksiniz. Ben, Allah’tan başkasını, putları ilah edinir miyim? Eğer Allahü teâlâ bana bir zarar yapmak dilerse, putların şefaati bana hiçbir fayda vermez ve onlar beni kurtaramazlar. Eğer ben, Allahü teâlâdan başkasına ibadet edersem, apaçık bir hüsrân, sapkınlık içinde olurum, diye cevap verdi.
***
HABİB-ÜN NACCAR’IN ŞEHİD EDİLMESİ
Habîb-ün Neccar, kavminin inkâr içinde olduğunu görünce, onlara karşı ifade tarzı çok üstün olan bir hitapla konuştu. Böylece, insanı yoktan yaratanın Allahü teâlâ olduğunu ve insanın öldükten sonra yeniden dirileceğini, dünyada yaptıklarının hesabını vereceğini anlatmak istedi. İnsanın yaratılmasının bir nimet olduğuna, bu nimete şükür gerektiğine işaret etti. Bu şükrün de, insanın, Allahü teâlâya imân ve ibadet etmesi ile olacağını belirtti.
*
“İMÂN ETTİM”
Habîb-ün Neccar, kavmini ikaz edip, gelen elçileri dinlemelerini ve Allahü teâlâya imân etmelerini söyledikten sonra, kendisinin Allahü teâlâya imân ettiğini şöyle bildirmiştir:
– Şüphe yok ki ben, sizi de yaratan Allahü teâlâya imân ettim. İşte bunu benden duyun. Gelin nasihatlerimi dinleyin.
Habîb-ün Neccar bu sözleri söyleyince, bunu işiten putperest halk, hep birden hücûm edip, taşa tutarak onu şehid ettiler. Habîb-ün Neccar, şehid edilmek üzere iken de; “Yâ rabbî! Kavmime hidayet ver” diyerek duâ ediyordu. O şehid edilince, Allahü teâlâ tarafından rûhuna hitaben; “Haydi gir Cennete” buyruldu. Bu hususta Yâsîn sûresinin 26 ve 27. âyet-i kerimelerinde meâlen buyruldu ki:
“(Bütün nasihatlerine rağmen kavmi Habîb-ün Neccar’ı şehid ettiler. Şehid edilince, Hak teâlâ tarafından onun ruhuna hitabedilerek;) Haydi gir Cennet’e denildi. (Onun rûhu) dedi ki: Ne olurdu, kavmim, Rabbimin beni bağışladığını, Cennet’le ikram edilenlerden kıldığını bilselerdi. (Böylece küfürden vazgeçip, imân etselerdi ve böyle nimeti kazanmaya rağbet etselerdi.)”
Meşhur ve muteber tefsirlerde şöyle bildirildi: Habîb-ün Neccar şehid edilince, rûhuna hitaben; “Haydi gir Cennet’e” denildikten sonra o, kavminin kendi halini bilmelerini temenni etti. Böyle bir temennide bulunması, kavminin küfür ve inkârdan dönüp tövbe etmelerini, şiddetli kızgınlık zamanında salih kimselerin yaptıkları gibi yapmalarını, yani düşmanlarına bile acıyıp, merhamet göstermelerini ve bu hususta kendisine benzemelerini teşvik içindir. Nitekim o, kavmi kendisini öldürdükleri esnada bile, onlara acıyıp; “Yâ Rabbî! Kavmime hidâyet ver” diye duâ etmiştir.
Allahü teâlâ, imân etmeyen ve Habîb-ün Neccar’ı şehid eden putperest kavme gadap edip, cezalarını hemen verdi. Cebrâil aleyhisselamın sayhası ile hepsi helak oldu. Kur’ân-ı kerimde meâlen şöyle buyruldu:
“Ondan (Habîn-ün Neccar’ın kavmi tarafından şehid edilmesinden) sonra, kavminin üzerine gökten bir ordu indirmedik, indirecek de değildik. (Helak edilişlerine sebep) yalnız bir sayha (Hz. Cebrâil’in sayhası) oldu, hemen sönüverdiler, ölüp gittiler.”
*
SÖNÜP GİTTİLER
Bu sayha ile helak edilenler, parlak bir ateşe, helak edilmeleri de ateşin sönüşüne benzetilmiştir. Canlı kimse parlak bir ateş gibidir. Canlı kimsede tabii bir hararet vardır. Bu hararet arttığı, çoğaldığı zaman, insandaki gadap ve şehvet halleri de artar. İşte Habîb-ün Neccar’ın kavminde de gadap ve şehvet halleri pek fazla idi.
İşte Antakya ahalisi de, gadablarının şiddeti sebebi ile Habîb-ün Neccar’ı şehid ettiler. Şehvetlerine, nefslerinin hevasına pek ziyade dalmış olduklarından, heva ve heveslerine tabi olarak hak ve doğru sözü dinlemediler. Kendilerine gelen elçiler ve bu elçileri dinleyip, söylediklerini kabul etmelerini söyleyen Habîb-ün Neccar, onların dünya ve âhiret saâdetine kavuşmalarını istemişti. Fakat ne var ki, nefslerinin isteklerine uymaları ve isyanları sebebiyle helak edildiler ve bir anda sönüp gittiler.”