ANTAKYA-İSKENDERUN VE HAVALİSİNE HATAY İSMİNİN VERİLMESİ VE ALEVİLER « Kırıkhan Olay Gazetesi-Hatay'da Hızlı doğru tarafsız haberciliğin merkezi

21 Aralık 2024 - 19:57

ANTAKYA-İSKENDERUN VE HAVALİSİNE HATAY İSMİNİN VERİLMESİ VE ALEVİLER

ANTAKYA-İSKENDERUN VE HAVALİSİNE HATAY İSMİNİN VERİLMESİ VE ALEVİLER
Son Güncelleme :

08 Kasım 2024 - 8:53

Hatay davasına önderlik eden, kurulan Hatay Devleti’nin Cumhurbaşkanlığını yapan Tayfur Sökmen tarafından yazılan ve ilk baskısı 1978 yılında, ikinci baskısı ise 1992 yılında, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları’ndan çıkan ve ayrıca Cumhuriyet gazetesinin bir armağanı olarak Haziran 1999’da tekrar yayımlanan “Hatay’ın Kurtuluşu İçin Harcanan Çabalar” adlı hatıra kitapta Antakya-İskenderun ve havalisine Hatay adının verilmesini Tayfur Sökmen şöyle anlatıyor:

***

“ATATÜRK’ÜN İSKENDERUN VE HAVALİSİNİN İSMİNİ DEĞİŞTİRMESİ, ADINA HATAY DEMESİ

Ankara itilafnamesinin İskenderun ve havalisinde tatbiki için, hükümetimizin Fransızlar nezdinde yaptığı her türlü teşebbüs semeresiz kalmış olduğu cihetle ve Suriyelileri, Fransızlarla anlaşarak genel seçim yapmaları dolayısıyla, 1936 senesinin Meclis açılış nutkunda aziz Atatürk “Bundan böyle Fransızlarla aramızda senelerdir sürüp giden davanın neticelenmesinin zamanı gelmiştir” buyurdular.

Ferdası günü aziz Atatürk, Başyaver Celâl Bey aracılığıyla beni emretmişlerdi. Gittim. “Bizleri ihya ettiniz ulu önder” dediğimde “Sökmen bugünden itibaren davaya resmen el kondu. Antakya-İskenderun ve havalisinin ismi bundan böyle Hatay’dır, cemiyetinizin adını “Hatay Egemenlik Cemiyeti” olarak değiştirin ve faaliyetinizi bu isim altında yürütün, Cemiyet merkezi yine İstanbul’da kalmak üzere, Mersin, Dörtyol, Hassa, Kilis’te şube açın; fakat denizden, karadan hatta dağdan Hatay’a gidip gelinmesi daha kolay olacağı için faaliyet merkeziniz Dörtyol şubeniz olsun. Bu şube açıldığı zaman Antakya’daki Cemiyetin adı da değişerek Hatay Egemenlik Cemiyeti adını alsın” buyurdular ve “Gazamız mübarek olsun, Allah utandırmasın ve muvaffak etsin” diye ilave ettiler. Teşekkür ederek huzurlarından şevkle ayrıldım.

Yine Atatürk’ün emirleriyle Dahiliye Vekili Şükrü Kaya Bey Hatay Egemenlik Cemiyeti Umumî Reisi, Emniyet Umum Müdürü Şükrü Sökmensüer bey de cemiyetin kâtibi umumisi oldular.

Cemiyetin fahrî umumi başkanı olarak, cemiyetin adını değiştirdim. Mersin, Dörtyol, Hassa ve Kilis’teki Hatay Egemenlik cemiyetlerini açtım. Bu arada Antakya’daki cemiyetin adı da “Hatay Egemenlik Cemiyeti” oldu. Cemiyetler açıldıktan sonra İstanbul’a döndüm.

Dörtyol faaliyet merkezi olduğuna göre, buradan Antakya’daki teşkilatla çalışmakta, haberleşmelerde ilerde zor durumda kalabileceğimi düşünerek, İstanbul’a teşrif eden Atatürk’e durumu arz etmek, istihbaratı yapacak sorumlu bir kişiyi seçmelerini istirham etmek için görüşmek istediğimi arz etmesini, Hasan Rıza Soyak Bey’den rica ettim.

Ertesi gün Şükrü Kaya Bey Başkanlığı’nda Dolmabahçe Sarayı’nda yapılacak toplantıda bulunmamı emretmeleri üzerine, Dolmabahçe’ye gittim. Toplantı salonuna girdiğimde Dahiliye Vekili ve Hatay Egemenlik Cemiyeti Umumi Reisi Şükrü Kaya, Millî Müdafaa Vekili Kâzım Özalp, Hariciye Vekâleti Kâtibi Umumisi Numan Menemencioğlu, Mah Teşkilât (Millî Emniyet) Başkanı Şükrü Âlî, Riyaset-i Cumhur Umumi Kâtibi Hasan Rıza Soyak beyler beni bekliyorlardı. “Hoş geldin. Hatay Egemenlik şubelerini açmışsın, tebrik eder, muvaffakiyetler temenni ederiz” dediler. Teşekkür ederek “Hatay’la yapılacak temas ve çalışmalarda, haberleşme Dörtyol faaliyet merkezinden yapılacağı için, haberleşmeyi yapacak bir sorumlu şahsın seçilmesini Atatürk’ten istirham etmek için, Hasan Rıza Bey’in aracılığını rica ettim. “Kimi emredecekler bilmiyorum” dedim. Bunun üzerine Şükrü Kaya Bey “Biz de onun için Atatürk’ün emri ile toplanmış bulunuyoruz, siz ne düşünüyorsunuz?” diye sorunca “Adana Valisi Tevfik Hâdi Bey bence münasiptir (uygundur), faaliyet merkezi Dörtyol’a yakındır” teklifine Şükrü Kaya bey “Olmaz, vali politikaya karışmasın” dedi. “Peki Şükrü Âlî Bey’in Adana’daki Mah teşkilatı sorumlusu Mahcup Bey vasıtasıyla yapsın” dedim. “O da olmaz” dedi, “Antakya’da ilk defa açılan konsolosluk var. Konsolos Firuz Kesim Bey olsun” dediğimde bu defa Numan Bey “Politik mesele olabilir. O da olmaz” dedi. “Peki o olmaz bu olmaz, ne olacak, kim yapacak? O halde siz birini bulun” dedim. Şükrü Bey “Siz varsınız, siz yaparsınız” deyince bu sefer itiraz ederek “Hayır bu mesuliyetli bir iştir, mesuliyeti üzerime almam, başka birini bulun” dediğimde bu defa Hasan Rıza Bey, “Atatürk bu vazifeyi sizin yapmanızı emrettiler, mesuliyeti siz alacaksınız, bu vazifeyi size bırakıyorlar” dedi. Bunun üzerine Atatürk’ün yüksek emirlerine uyarak, şükranla kabul ettim. Toplantı dağıldı. Veda ederek ayrıldık. Gelmişken Dörtyol’a gitmeden birkaç gün ailemin yanında kaldım.

***

ALEVİ MESELESİ

Cemiyetimizin İstanbul merkezinde çalışmalar sıkı bir vaziyette devam ediyordu. Kaldığım birkaç gün içinde hemen her gün cemiyete uğruyordum. Dörtyol’a hareketimden bir gün önce arkadaşlara veda etmek için Cemiyet’e uğradığımda, Antakya şubemizden namıma gelen bir mektup aldım. Mektupta, Fransızlar, Lazkiye’de bulunan Alevilere “Siz ne Türk, ne Arap ve ne de Müslümansınız, sizler Ehlisalip bakayası olduğunuzdan Türkler ve Araplar sizlere fena muamele yapmaktadır” propagandası ile tahrik etmektedirler. Bunu haber alan Suriyeliler, “Siz Arap ve Müslümansınız, Fransızlara inanmayın” diyerek Alevileri kazanmaya çalışıyorlar. Bizden de Alevilerin Türk ve Müslüman olduklarını ispat ederek Fransız ve Arapların tahriklerini çürütmek için, bir vesika bulabilir misiniz? diye soruyorlardı.

Öteden beri Alevilik-Sünnilik sözünü hoş görmeyen Atatürk’ü durumdan haberdar etmek üzere Dolmabahçe’ye, ziyarete gittim. Kabul buyurduklarında durumu arz ettim. “Kilisli tarihçi Necip Asım Bey’le temas ederek hakikat ortaya çıkarılmalıdır” buyurdular.

***

ETİ TÜRK’Ü

Moda caddesinde Ağa Bey sokak 9 numarada ikamet eden Necip Asım Bey’le, Kilisli hemşerisi dostum Avukat Reşit Bey aracılığı ile yaptığım temasta durumu anlatınca; bana ilk sözü şu oldu, “Anan, bacın, kızın var mı?” Bu soru karşısında hayretle Reşit Bey’in yüzüne baktım. Bunu gören tarihçi Necip Asım Bey “Hayretle bakmakta haklısın, çünkü; benden istediğin tarihi bilgi ve vesika ile sana sorduğum sual başka görülüyorsa da istediğin bilgi benim sualimin muhtevasındadır. Zira kız alıp vermezsiniz, camilerine gitmez, caminize sokmazsınız; kestiği eti yemez, Alevi, Fellah diye tahkir edersiniz, sonra da kalkıp tarihi vesika istersiniz. İptida (önce) siz şimdiye kadar tatbik etmediğiniz insanı muameleyi tatbik edin, sonra ben size tarihi vesika vereyim” dedi. Cevaben; “Beyanatınız tamamen bir hakikattir. Atatürk vatandaşlar arasında devam edegelen ve cereyan eden bu fena duruma son verecektir. Lütfen tarihi vesikayı verin” dedim. Bunun üzerine kütüphanenin üst kat rafından indirdiği kitabın yanılmıyorsam 149’uncu sahifesinde şunları okudu; “Aleviler Hasan Sabbah’ın müritleridir, tamamen Türk ırkından olup, Doğu’dakiler Kürtleşmiş, ortada, Anadolu’da kalanlar Türklüklerini muhafaza etmiş, güneye gidenler ise Araplaşmışlardır. Lazkiye’den ötede bir tek Alevi bulamazsınız. Atatürk’e tazimlerimle (saygılarımla) arz ederim” dedi. Teşekkür ederek yanından ayrıldık.

Gidip bu tarihi malumatı Atatürk’e arz ettikten sonra Atatürk; “Aleviler Arap değildir. Eti Türkleridir” buyurdular. Veda ederek huzurlarından ayrıldım.

Atatürk bu inancını, Adana mebusu İbrahim Dıblan riyasetinde bir cemiyet kurdurup faaliyete geçirerek ispat ettiler.

Dolmabahçe’den ayrılarak cemiyete gidip, Atatürk’ün Alevi vatandaşlar için Eti Türk’ü dediğini Antakya’daki Hatay Egemenlik Cemiyeti’ne bildirerek Fransız ve Arapların propagandalarına karşı oradaki Alevi vatandaşlarımızın aldanmamalarını, Eti Türk’ü olduklarını bilmelerini yazdım.

Ertesi gün Dörtyol’a hareket ettim. Dörtyol’da Antakya’daki cemiyetimizle temasa başlayarak, faaliyete geçip çalışmaları sıklaştırdım.” (Tayfur Sökmen, Hatay’ın Kurtuluşu İçin Harcanan Çabalar, Cumhuriyet Gazetesinin Okurlarına Armağanıdır, Haziran 1999, s. 139, 140, 141, 142, 143)

YORUM YAP

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.