Günüz insanı manevi bir boşluk içerisindedir. Çırpınıyor, didiniyor ve cazip gördüğü, tatlı gördüğü her şeyi “ hakikat” diye koynunda saklıyor. Manevi duygularının tatminsizliğinden, kalbi arzularının doyumsuzluğundan dert yanıyor. Demek oluyor ki, manevi, ruhî, kalbî ve vicdanî bir takım hastalığa düçar olmuş. Kalbi gıdasız, vicdanı rahatsız, ruhu ab-ı hayatsız (susuz) bir hale gelmiştir.
Gariptir ki; maddi uzuvlardan rahatsız olduğu zamanki, bir doktor için gösterdiği hassasiyet ve önemi, moral cihetiyle kendisini büsbütün mahveden manevi hastalıklarının teşhisi için gösteremiyor. Nedense sadece maddi kalıbını ve görünüşteki bedeni şeklini nazara alıyor. Böyle olunca maneviyat dünyasından habersiz bir vaziyette her şeyi maddede aramaya ve onda bulmaya ve üstelik ruhundaki manevi boşluğu; güya iksir zannettiği bir takım süslü ve geçici maddi ilaçlarla tedaviye çalışıyor. Halbuki her ilmin bir ihtisas sahası olduğu hepimizin bildiği bir gerçektir. Ama nedense dehşetli tahriplere sebep olan manevi hastalıklarımız için maneviyat sultanlarına, ruh ve gönül doktorlarına tedavi için müracaat etmeye teşebbüs edemiyoruz.
Her asra ışık tutan, şifalar sunan Kur’an eczahanesinin şifalı ilaçlarından kaçıp durmaktayız. Batının kof felsefesi ve boş vesvesesi ne zamana kadar beyinlerimizi gıdıklayacak, şüpheler ve kararsızlıklar içerisinde bırakacak bizleri. Yaratılışımızın esas gayesinin “ Allah’ı tanıyıp, ona kulluk yapacağımız olduğu” hakikatı ne vakit parolamız olacak.
“Denemek bedava” derler hani. Öyleyse buyurun gönül sultanlarının tesis ettikleri ruh, kalb ve akıl gibi manevi cihazların tedavi muayenehanesine. Şu hakikatlara kulak verin lütfen: Manevi-ruhî hastalıklarımızın ve bütün huzursuzluklarımızın çaresi ve reçetesi; Kur’an eczanesinde, iman hakikatleri dairesinde ve sünnet-i seniyyeye ittiba (uyma) neticesindedir. O halde rabbimize hakiki kul olmaya çalışalım. Günahlarımıza tevbe edelim, pişman olalım. İnsanın hatadan hali olmadığını fakat tevbe kapısının da açık olduğunu bilelim ve günah işlememeye çalışalım.