Türk Milletinin geleceği ve Türk yurdu Atatürk’ün hayat boyu mücadelelerinin temelini oluşturmuştur. Mustafa Kemal, daha çocuk yaştan itibaren, vatan sevgisinin heyecanı ile yaşamıştır. Engin tarih ve coğrafya bilgisini, akıl ve tecrübe ile yoğurduğu mantığı ile birleştirmiş ve en büyük başarıları elde etmiştir. Mustafa Kemal, ileri görüşlü bir hesap adamıdır. Zira olaylara geniş bir açıdan bakar. Yorumlarında isabetlidir ve tutarlılık vardır. Kararları sağlam temellere dayanır. Sürekli okuyan birisidir. Yapmayı düşündüğü işe başlamadan önce, amacını iyi belirler. Engel karşısında durmayan, insan sabrını zorlayan olaylar ve durumlar karşısında bile yılgınlığa düşmez. Kararlı bir şekilde hareket eder. Olayları, olmadan önce görür ve onları kendi lehine çevirmekte eşsiz bir dehaya sahiptir. Yani vizyon sahibi bir liderdir.
Hatay meselesini araştırdığımızda; Atatürk’ün yoğun ve zorlu mücadelelerden sonra zafere ulaştığını görmekteyiz.
Bu konuda Sayın Bekir Tünay’ın, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi‘nin Mart 1986 tarihli 5. sayısında değişik kaynaklardan faydalanarak yazdığı yazıdan Atatürk ve Hatay konusunda şu bilgileri ediniyoruz.
“Mustafa Kemal, Koca Osmanlı İmparatorluğu’nun düşman devletler tarafından parçalanacağını gün gibi görmektedir. O’na göre çökmek, çökertilmek üzere olan İmparatorluğun “Osmanlıcılık politikası” ile ayakta tutulması da mümkün görünmemektedir. Fransız İhtilâli’ni çok iyi okumuştur. Sebepleri ve sonuçları birbirine çok iyi bağlamıştır. İhtilâlin, tüm dünyaya neler getirdiğini çok iyi bilmektedir. Bu İhtilâlin yeryüzünde estirdiği milliyetçilik rüzgârının kısa sürede kasırgaya dönüşeceğinden emindir. Mustafa Kemal’e göre, bu hızlı ve etkili akımı görmemek, bilmemek ve anlamamak, dünyadan habersiz yaşamaktır.
Mustafa Kemal, “… Meşrutiyet, köhneleşmiş ve gelişim ve görkemini kaybetmiş olan Osmanlı İmparatorluğu’nun üzerine değil, Türk çoğunluğunun yaşadığı kısım üzerine oturtulmalıdır. Düşmanlarının, yani büyük devletlerin yapacağı bir tasfiye yerine, İhtilâl İdaresi, kendi başına bir Türk Devleti kurmalıdır” der. Kurulmasını düşündüğü Türk Devleti’nin hudutlarını da şu şekilde belirler: “… Batı ve Doğu Trakya bizde kalmalı… Edirne vilâyeti hududu, kuzeye, Bulgaristan içlerine doğru genişlemeli… Arnavutluk bağımsız olmalı… Anadolu kıyılarına yakın olan adalar, bizde kalmalı… Güneyde Hatay, Halep, Musul bizim olmalı… Geri kalan yerler, Araplara terk edilmelidir.” 1 Görüldüğü gibi Mustafa Kemal, daha 1905 yılında, Hatay’ın tarih ve coğrafya olarak Türk bölgesi olduğunu belirliyor ve bunu savunuyor. Böylece halkının da Türk olduğunu apaçık gösteriyordu.
Daha 1905 yılları sonunda arkadaşlarına teklif ettiği temel düşüncesi “Büyük kısmı Türk olan bölgeler üzerine oturtulacak Türk Devleti”dir.
Bilindiği gibi, Almanya ve müttefiklerinin yenilmesiyle, Birinci Dünya Savaşı sona ermişti. Osmanlı Devleti de, 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’ni imzalayarak, imparatorluğun paylaşılmasını kabullenmişti.
31 Ekim 1918’de Yıldırım Orduları Grubu Kumandanı olan Alman generali Liman Von Sanders: “Yıldırım Orduları Grubu’nun emir ve kumandasını, bugünden itibaren, iftiharlarla dolu, birçok muharebelerde kendini göstermiş bulunan Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne bırakıyorum” 2 diyerek, emir ve kumandayı devreder. Yapılan toplantıda ise Alman Generalinin: “Yenildik, bizim için her şey bitti artık” demesi üzerine Mustafa Kemal Paşa: “Savaş müttefiklerimiz için bitmiş olabilir. Ama bizi ilgilendiren savaş, kendi istiklâlimizin savaşı, ancak şimdi başlıyor” 3 der.
Bir yandan, Mondros Mütarekesi Murahhas Heyeti Başkanı, rahmetli Rauf Orbay, gazetecilere: “… Yaptığımız mütareke, umudumuzun üstündedir. Devletin bağımsızlığı, Saltanat’ın hukuku, milletin onuru, tümüyle kurtarılmıştır” 4 derken öte yandan, Mondros Mütarekesi’nin tam metnini 3 Kasım günü alan Mustafa Kemal Paşa: “Bu Mütareke’yi baştan nihayete kadar tetkik ettikten sonra bende beliren kanaat şu idi: Büyük Osmanlı Devleti, bu mütarekename ile kendini kayıtsız, şartsız düşmanlara teslim etmeye muvafakat etmiştir. Yalnız muvafakat etmiş değil, düşmanların memleketi istilâsı için ona yardımcı olmayı da vaat etmiştir.”, “… Ben yapılan mütarekenin sakatlığını gördüm. Bu sakat noktaların düzeltilmesine çalışmak lüzumuna inanarak ilgili makamlara söyledim. Bu mütarekename, olduğu gibi tatbik edildiği halde, ülkenin baştan sonuna kadar işgal ve istilâya maruz kalacağı kanaatini ileri sürdüm” 5 der. Böylece, yeniden mücadeleye başlar.
Mustafa Kemal, kurmayı düşündüğü Türk Devleti’nin mücadelesi hazırlığına geçmiştir. Hatay da bu mücadelenin alanı içindedir; çünkü Türk’tür. Tarihi ile Türk’tür; coğrafyası ile Türk’tür; insanı, âdet ve ananeleriyle de Türk’tür.
Mustafa Kemal Paşa, Başkumandanlık Makamı’na, 6 Kasım tarihini taşıyan şu telgrafı çeker: “… Maksat Halep’teki İngiliz ordusunu iaşe etmek olmayıp İskenderun’u işgal; İskenderun – Kırıkhan – Katma yolu ile hareket ederek, Antakya – Dircemal – Ahterin hattında bulunan 7’inci Ordu’nun çekilme hattını keserek ve bu orduyu, 6’ıncı Ordu’ya Musul’da yaptığı gibi teslim olmaktan kaçınılamayacak bir duruma sokmaktır…”, “… İskenderun’a her ne sebep ve bahane ile asker çıkarılmasına teşebbüs edecek İngilizlere ateşle karşı konulmasının … emri verildiği…”, “… İngilizlerin iğfalkâr muamele, teklif ve hareketlerini İngilizlerden ziyade muhik ve nazik gösterecek ve buna mukabil cemile ibrazını mutazammın olacak emirleri hüsnü tatbike yaradılışım müsait olmadığından yerime tayin buyuracağınız zatın süratle gönderilmesini istirham ederim.” 6
Nihayet 8 Kasım’da, Sadrazam izzet Paşa, İskenderun’u tehdit eden İngiliz işgali karşısında, Mustafa Kemal Paşa’nın telgrafına: “… Müracaat vukuunda şehrin tahliye ve teslim olunması hususunda icap edenlere tebligat yapılması lâzımdır. Gevşeklik göstermemek şartıyla bu aczimizin göz önünde bulundurulması ve söz ve hareketlerinizin buna uydurulması memleket selâmeti için elzemdir” biçiminde karşılık verir. Bu teli Mustafa Kemal Paşa: “… Aciz ve zaafımızın derecesini pekiyi bilirim. Bununla beraber devletin yapmaya mecbur olduğu fedakârlığın derecesini de tayin ve tahdit etmek lâzım geleceği kanaatini muhafaza ederim. Yoksa Almanya ile müttefikan sonuna kadar harbe devam etmek halinde, büsbütün hezimete uğranılacağından İngilizlerin elde edebilecekleri neticeyi onlara kendi yardımımızla bahşetmek tarihte Osmanlılık için, bilhassa bugünkü hükümetimiz için kara bir sahife vücuda getirir… Bilhassa, zat-ı Sâmilerince yakinen malûm bulunmuştur ki, münakaşa mahiyetinde telâkkisine temayül buyurulmamasını hasseten rica ederim. Acizleri her ne hal ve vaziyette bulunursam bulunayım doğru olduğuna kani bulunduğum ve icap edenlere arz ve iblağını memleketin selâmeti icabı kabul ettiğim görüşlerime tâbi olmaktan nefsimi men etmeğe kadir değilim” 7 sözleriyle cevaplar.
Bu olaylarda ve yazışmalarda da görüldüğü gibi, Mustafa Kemal Paşa Türklerin çoğunlukta bulunduğu bölgeler üzerinde son derece hassas, cesaretli ve kendisini feda edebilecek kadar da fedakârdır. Türk’e ve Türk yurduna karşı kendisini en ağır yükümlülükle karşı karşıya sayar.
Amerikalı gazeteci Issac F. Marcosson ile yaptığı görüşmede Mustafa Kemal Paşa der ki: “… Birleşik Devletler’in ideali, bizim de idealimizdir. Büyük Millet Meclisi’nin 1920 Ocağında ilân ettiği Millî Misak’ımız, sizin Bağımsızlık Beyannamenize çok benzer. O sadece, Türk ülkesinin istilâdan kurtulmasını ve kendi kaderine hâkim olmasını ister… O halkımızın Misakı, Anayasası’dır. Ve her ne pahasına olursa olsun bu Misakı korumaya kararlıyız.” 8 Böylece Mustafa Kemal Paşa, Hatay’ın millî hudutlar içerisinde bulunduğunu bir kez daha ilmin ışığında, aklın kılavuzluğunda ve hakkın ölmezliğinde cesaretle savunur; açıkça dünyaya ilân eder.
1921 yılında, Hariciye Vekili Bekir Sami Bey, Fransa’da bulunduğu sırada, Fransız Başbakanı Briand ile bir anlaşma imzalar. Bunun 6. maddesi: “İskenderun ve Antakya bölgesinde Türk unsuru fazla olduğundan, Fransa, burada hususî bir rejim takip edecek, Türk kültürünün inkişafına mani olmayacağı gibi, resmî dil de Türkçe olacak.” Bu madde, Ankara İtilâfnamesi’nde de hemen hemen aynen kabul edilmiştir. 9 En önemli madde budur. Hatay’ın kurtarılması, bu maddeye dayanılarak sağlanmıştır.
20 Ekim 1921’de Franklin Bouillon ile imzalanan Ankara İtilâfnamesi, dört ay önce Bekir Sami Bey’in yaptığı anlaşmanın, hemen hemen aynısıdır. İskenderun Sancağı, Suriye’den Anadolu’ya ilerleyen Fransızlar tarafından işgal edildi. Böylece, birçok yerde olduğu gibi, Hatay’da da bir Millî Mücadele cephesi teşekkül etti. Ankara İtilâfnamesi imzalanacağı sırada Tayfur Sökmen Bey’in başkanlığında bir heyet Ankara’ya gelir; Mustafa Kemal Paşa ile görüşürler. Hatay’ın Misak-ı Millî sınırları içerisinde bulunması istenir. Mustafa Kemal Paşa heyete: “… Hatay’daki mücadelelerin gaye ve hedefini biliyorum. İlk günden beri de bu mücadeleleri takip ediyor, imkânlarımızın müsaadesi nispetinde destek oluyoruz. Hatay, zaten Misak-ı Millî sınırlarımız içerisindedir” 10 der.
Lozan’a gidinceye kadar, Millî Misak, büyük ölçüde tahakkuk ettirilmişti. Ancak Batı Trakya, Hatay, Musul ve Kerkük birer sorun halindeydi. Aslında Lozan’da, Türkiye’nin millî sınırları tespit edilecekti; bu sınırlar içerisinde tam bağımsızlığı onaylayacaktı. Bilindiği gibi Lozan’da Hatay, millî sınırlarımızın dışında kaldı; Suriye ile Türkiye arasındaki sınır tespiti yapıldı. Ankara İtilâfnamesi’ne göre, bu İtilâfnamenin imzasından bir ay sonra, Türkiye-Suriye sınırını kesin olarak çizmek üzere karma bir komisyon kurulacaktı. Komisyon, ancak 1925’te kurulabildi. Sınırların çizilmesinde anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Türkiye, Fransa ile doğrudan müzakereye girerek Dostluk ve iyi Komşuluk Sözleşmesi yaptı. Bu ise, ancak 18 Şubat 1926’da parafe edildiği halde, Türk-İngiliz-Musul meselesinin çözümüne kadar bekletildi. Bu çözümden altı gün önce, 1926’da imza edildi. 11
Atatürk, Büyük Nutuk’da: “Lozan’da 20 Ekim 1921 günlü Ankara Anlaşması sınırları olduğu gibi kalmıştır” 12 der. Bu arada, Lozan Konferansı devam ederken, 30 Mayıs 1923’de Antakya-İskenderun ve Havalisi Müdafaayı Hukuk Cemiyeti resmen kurulur. 13
Mustafa Kemal Paşa’nın: “Kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde kalamaz” 14 ifadesinde Hatay kendisini bulacaktır. Artık Hatay, Atatürk’ün yüreğinde kordur. Asırlar boyu Türk’e yurtluk eden, halen de üzerinde Türklerin yaşamakta olduğu Hatay, Türk yurdunun ve Türk milletinin bir parçası olarak, ayrı yaşayamazdı. Millî birlik, bütünlük ve millî bünyeden ayrı kalamazdı. İç ve dış durumu son derece doğru ve etkin biçimde değerlendiren Atatürk, tarihin akışı içinde bu gerçeği dünyaya onaylatmanın gününü ve saatini bekleyecekti. Hatay, önce mutlaka bağımsızlığa kavuşacak, sonra da Türk yurdunun bölünmez bir parçası olarak, millî bütünlükteki şerefli yerini alacaktı.
Atatürk, bu konuda Tayfur Sökmen’e verdiği sözü bir an bile unutmadı. Daha doğrusu, her şeyi ile Türk olan Hatay’ı ve Hataylıyı unutmadı. Savaştan yeni çıkmış genç Cumhuriyet’in biraz kendine gelmesini bekledi. Bir yandan dünya durumu öte yandan iç durum, bunu gerektiriyordu. Ayrıca zamanı ve imkânları da kollamaya mecburdu. 1936 seçimlerinde, Tayfur Sökmen Bey’i Antalya’dan bağımsız milletvekili seçtirir. Yakınları: “Niçin Adana veya Antep değil de Antalya” diye sorarlar. Atatürk: “Günü gelince (L) harfi yerine (K) harfini koyacağız. Böylece Antalya Antakya olacak” der. 15 Bu sıralarda İstanbul’daki “İskenderun ve Antakya Muavenet-i içtimaiye Cemiyeti”nin ismi değiştirilir; “Hatay Hakimiyeti Cemiyeti” olur. Atatürk, Cemiyetin bir şubesini de Dörtyol’da açtırtır. Bu şube, Antalya bağımsız milletvekili olan Tayfur Sökmen Bey’e bir konuşma yaptırtır. Fransızlar bu konuşmadan çok gocunurlar. Atatürk’e: “… Hududumuzda bir milletvekiliniz halkı aleyhimize kışkırtacak şekilde bir konuşma yapmıştır. Bu, dostluğa aykırıdır” diyerek şikâyet ederler. Atatürk de: “O milletvekilimiz bağımsızdır. Anayasa’mız, bağımsız milletvekillerine, istediği yerde, istediği şekilde konuşma hakkı vermektedir” 16 karşılığını verir.
Atatürk, 1 Kasım 1936 Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açış nutuklarında: “… Bu sırada, milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük bir mesele, hakikî sahibi öz Türk olan, İskenderun-Antakya ve çevresinin mukadderatıdır. Bunun üzerinde ciddiyet ve kesinlikle durmaya mecburuz. Daima kendisi ile dostluğa çok ehemmiyet verdiğimiz Fransa ile aramızda, tek ve büyük mesele budur. Bu işin hakikatini bilenler ve hakkı sevenler, alâkamızın şiddetini ve samimiyetini iyi anlarlar ve tabiî görürler” 17 diyordu. Bu sıralarda, Fransa’da Leon Blum Hükümeti, Suriye’ye istiklâl vaat ediyordu. Bu gerçekleşirse, Hatay’ın durumu ne olacaktı?. Geleceği çok iyi gören Atatürk, Fransız büyükelçisi ile yaptığı bir sohbette: “… Ben toprak büyütme delisi değilim. Barış bozma alışkanlığım yoktur. Ancak, Antlaşmaya dayanan hakkımızın isteyicisiyim. Onu almazsam edemem. Büyük Millet Meclisi kürsüsünden milletime söz verdim, Hatay’ı alacağım. Milletim benim dediğime inanır. Sözümü yerine getirmezsem, onun huzuruna çıkamam. Yerimde kalamam. Ben şimdiye kadar yenilmedim, yenilmem. Yenilirsem bir dakika yaşayamam. Bunu bilerek ve sözümü mutlaka yerine getireceğimi düşünerek benim dostluğumu lütfen bildiriniz ve doğrulayınız” 18 diyordu. Görüldüğü gibi, artık Hatay meselesi bütün gerçekleriyle sahnede idi. Kendisine ve milletine inanan ve güvenen güçlü Lider için bu, dönüşü olmayan bir yoldu. Hakkın güçlünün değil, haklının olduğuna inanan Atatürk, Hatay davasını da en haklı biçimde çözümleyecekti.
Hatay, iç ve dış politikada en önemli yeri işgal etmektedir. Davayı Türk kamuoyu da benimsemiştir; Atatürk için, her şeyden önde gelmektedir. Nitekim: “… Bu benim şahsî meselemdir. Durumu büyükelçiye, daha başlangıçta, açıkça ifade ettim. Dünyanın bu durumunda, böyle bir meselenin Türkiye ile Fransa arasında silâhlı bir çatışmaya sürüklenmesi kesinlikle mümkün değildir. Fakat ben, bunu da hesaba kattım. Kararımı vermiş bulunuyorum. Şayet ufukta, bu yolda binde bir ihtimal belirse, Türkiye Cumhurreisliği’nden ve hattâ Büyük Millet Meclisi üyeliğinden çekileceğim. Bir fert olarak bana katılacak birkaç arkadaşla beraber Hatay’a gireceğim. Oradakilerle el ele verip mücadeleye devam edeceğim” 19 diyordu.
Artık engel tanımayacaktır. Bunun içindir ki Fransız büyükelçisine: “Hatay benim şahsî davamdır. Şakaya gelmeyeceğini bilmelisiniz” 20 der. Bu ifadesinde samimîdir. Ne bir tehdit, ne bir pervasızlık, ne de bir macera ve hesapsızlık vardır, çünkü Atatürk, neyi, nerede, ne söylemişse gününde ve saatinde onu gerçekleştirmiştir.
Bilindiği gibi, bir ara Hatay meselesi Milletler Cemiyeti’ne intikal etti. Hatay’a istiklâl verilmesini istemiştik. 27 Ocak 1937’de Cenevre’de toplanan Milletler Cemiyeti, Hatay’ın bağımsızlığını kabul etti.
Atatürk çok hastaydı, ama her şeye rağmen Hatay meselesini halletmeye de kararlıydı, azimliydi. Kendisine, milletine, ordusuna ve kahraman Hataylılara güveni son derece yüksekti. Dünya durumunu çok iyi değerlendirmekte idi. Bir İskenderun Sancağı için Fransızların bir savaşı göze alamayacaklarına kani idi. 21
Fransa ile giriştiğimiz teşebbüsler fayda vermedi. Milletler Cemiyeti’nden çekildik. Atatürk hasta yatağından kalktı; bu kalkmak değil adeta fırlamaktı. Mersin’e ve Adana’ya gitti. Milletinin ve ordusunun nabzını bir kez daha yokladı; hepsi de hazırdı. Gücü ve güveni arttı. Milletler Cemiyeti kararının yürürlüğe girişini Fransız mümessili bir türlü kabul edemiyordu; bazı olaylar çıkıyordu. Bunun üzerine, 30 Kasım 1937 günü Atatürk, Hatay’la ilgili olarak Ulus gazetesine şu demeci verir: “… Hatay’da Fransız delegesi, Hataylıların çok şevk ve heyecanla bayram yapmaları tabiî olan bir günde eğer Hatay Türklerinin serbestçe bugünü kutlamaktan men edecek tedbirler almış ise, buna yazık demekle iktifa ederim. Çünkü böyle bir zihniyet, devletlerarasında yüksek dostluk münasebetlerinin hal ve istikbali için, müspet yolda yürümek lüzumunun henüz anlaşılmamış olmasından ileri gelir.” 22
Atatürk’ün Hatay’ı silâh zoruyla alabileceğini, Fransızlar anlamışlardı. Bunu dikkate alarak bir askerî anlaşma yapmayı istediler; bu anlaşma yapıldı. Atatürk’e göre savaş, hayatî olmadıkça yapılmamalıydı. Bu askeri anlaşma ile Hatay’da tarafsız bir seçim kabul edildi. Bu maksadı sağlamak için de bir kısım asker gücünün Hatay’a girmesine karar verildi. Rahmetli Orgeneral, o zaman Kurmay Albay, Şükrü Kanatlı kumandasındaki birliklerimiz, Hatay’a girdi. 13 Ağustos’ta seçimler yapıldı; Meclis ekseriyetini Türkler kazandı. Böylece de bağımsız Hatay Cumhuriyeti 12 Eylül 1938’de kuruldu. Bu Cumhuriyet de, 30 Haziran 1939’da Türkiye’ye iltihak kararını aldı. Ana yurdun bölünmez, vazgeçilmez bir parçası olan Hatay, ana yurtla bütünleşti.
Hatay, Atatürk’ün siyasî ve askerî dehasının güçlü eseridir.
Dipnotlar:
1) Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, s. 114-117.
2) Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, s. 1.
3) Harp Akademileri Komutanlığı, Atatürk’ün Jeopolitik ve Stratejik Görüşleri, s. 108.
4) Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, s. 2.
5) Harp Akademileri Komutanlığı, Atatürk’ün Jeopolitik ve Stratejik Görüşleri, s. 112.
6) Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, c. IV, s. 20.
7) Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, s. 5.
8) Ergun Özbudun, Türkiye’nin Kurtuluş Yıllarında Bir Yabancı Gazetecinin Ankara Yolcuğu ve Atatürk’le Görüşmesi, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, c. I, sayı: 1, s. 180.
9) Tahsin Ünal, Türk Siyasî Tarihi, s. 571,
10) a.g.e., s. 575.
11) Fahir Armaoğlu, XX. Yüzyıl Siyasî Tarihi, s. 323-324.
12) Atatürk, Nutuk, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1984, s. 1003.
13) Tayfur Sökmen, Hatay’ın Kurtuluşu İçin Harcanan Çabalar, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1978.
14) İsmail Habib Sevük, Atatürk İçin, s. 27.
15) Tahsin Ünal, Türk Siyasî Tarihi, s. 575.
16) a.g.e., s. 576.
17) Fahir Armaoğlu, XX. Yüzyıl Siyasî Tarihi, s. 348.
18) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c. I, s. 337.
19) Hasan Rıza Soyak, Cumhuriyet Gazetesi, 10 Kasım 1949.
20) Falih Rıfkı Atay, Atatürkçülük Nedir?, s. 44.
21) Falih Rıfkı Atay, Çankaya, c. II, s. 466.
22) Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, s. 612.”