Sessizliğe mi yanayım sensizliğe mi, bilmem
Ne zor şey Allah’ım arada bir yerde kalmak…
Minik Serçe; kulağıma bir şeyler fısıldıyor,
İnceden bir sesle “gülümse gülümse” diye…
Hafif esen yelin de bir derdi var sanki,
Bu güne kadar hiç de gelmediği cenahtan,
Mazlumların inlediği, diyardan bir yerlerden,
Şafağın habercisi, güneşin doğduğu taraftan,
Sebebini bilmediğim, bir başka yönden,
Yüklendiği acıları taşır gibi; ağır ağır esiyor…
Ya; şu karabaşlı iki bülbülün çığlıkları,
Hep yeni yavruların hasretiyle şenlenirlerken,
Başka bir telaşla dalları sallarken,
Sokakların sessizliğini de fırsata çevirmişken,
Haberlerin en önemli olanını taşırlarken,
Bir an evvel sahibine ulaştırma kaygısındalarken,
Belki bu sebepten; balkonumu sayısızca turlarken,
Ve; onlar da bu sabah bir başka şekil ötüyorlar…
Ya, karşı dağı kaplayan pamuksu bulutlar;
Baharın berraklığı ve filizlerin tazeliği eşliğinde…
Sığınacağım ve sıcaklığında eriyeceğim,
Yeni bir hayata yelken açmamı ,
En korunaklı limana demir atmamı,
Atacağım bu adımda daha dikkatli olmamı,
Çalacağım gönül kapısını doğru seçmemi,
İçten gelerek ve ısrarla haykırıyorlar…
Ben de…
Tüm bu kaygı ve telaşenin içinde;
Bülbülün; en içten şakıyacağı gülü aradığı …
Serçenin; en sağlam yuvayı kurmaya çalıştığı…
Kuzunun; annesiyle hasretle buluştuğu…
Arının; kovana en fazla özü taşıdığı…
Kelebeğin; çiçeklerle ahengi yakaladığı… Gibi…
“Bir yüreğe rastladım” derken…
Ve, tam bunun sevincini yaşarken…
Bilmediğim bir yerden gelen “efkârla”…
Birden aktı gitti gözümden; “BİR DAMLA YAŞ…”