Kütüphanemin bir yerinde Hatay ve Hataylıyı yazanların eserleri bulunur. Bunlardan bana göre Refik Halit Karay’ın eserlerinin ayrı bir anlamı var, ayrı bir tadı var. Hataylıların Refik Halit Karay’ın eserlerini bir rehber kitap gibi ellerine alarak Hatayı gezmeleri halinde alacakları tadı tarif edecek kelime bulamam. Refik Halit, Amik Gölü’nü, Amik Ovası’nı, Soğukoluk’u, Müftüler’i, Nergizlik’i, Belen’i, Atik Yaylası’nı, Alan Yaylası’nı öyle muhteşem bir dille anlatıyor ki, benim diyen fotoğraf sanatçısı, benim diyen ressam bu güzellikte anlatamaz. Refik Halit sürgündür. Sürgün bir hayat yaşayacağı bu yerleri tanımak isteğiyle dolaşırken, Belen’den Soğukoluk taraflarına dolaşmaya çıkar, bir yere varır; “İşte Hatay sırtlarında, çamlar altındayım. Benim altımda da, bin metre aşağıda İskenderun Ovasıyla İskenderun kasabası, soluk almaya mecalsiz, güneş altında dümdüz yatıyor. Serinlik, gölgelik içinden, o kızgın yerlere hayretle bakıyorum. Ben o kadar rahatım, öyle okşayıcı, huzur ve saadet verici tatlı rüzgâr karşısındayım ki, gözle görünen bîr yerde sıcaktan bunalmış ve güneşten usanmış adamların bulunabileceğine inanamıyorum. Aşağısı bana, bahar içindeki bir bahçeden, Afrika çöllerinden geçen bir seyahat romanı okuyormuşum gibi çok uzak, çok korkunç, fakat yarı yalan gibi görünüyor… Buraları çok ağaçlı, çok sulak, çok meyveli ve serin… İşte bir pınar başındayım; oluğun altına bir sepet iri, olgun renkli şeftali koymuşlar. Saçları iri örgülü, ayağı takunyalı, sarışın, küçük bir köylü kızı bana sordu:” Tam da o noktadayız. 1930 yıllarında yazılan bu öykünün geçtiği bölgedeyiz. 78 yıl sonra, çok ağaçlı, çok sulak, çok meyveli ve serin… Şimdi yine çok ağaçlı, çok meyveli, çok serin bir yer ancak, az sulu, yani su oluk oluk, değil, sicim gibi akıyor. 71’lik ihtiyar delikanlı Şemsi Saydam, elinde bir avuç salatalıkla yanımıza yaklaşıyor… Biz sormasına bile fırsat vermeden alıp, yemeye başladık. Refik Halit’e sorulan soru aklıma geldi. Soran kız aklıma geldi. Çok rahat bir şekilde “Ayşegül’ü tanıyor musunuz?” diye sordum. Şemsi dayı; “Aha dedi, o yer işte burası. Ayşegül de şimdi aşağıda bir yerde yaşıyor… Bende kelimeler tükendi. Yüreğim daha hızlı atmaya, Refik Halit ustayı bir daha okumaya başladım. “Saçları iri örgülü, ayağı takunyalı, sarışın, küçük bir köylü kızım” görecektik. Kim bilir şimdi kaç yaşındadır? Bende heyecan doruk noktasında… Kelimeler boğazıma kadar gelip gidiyor. Ya o küçük, köylü kız, birden karşımıza çıkıp; elindeki iri, olgun renkli Şeftali’yi uzatıp, “Yer misin oğlum” dese? Öyle ya, Ayşegül şimdi seksen, seksen beş yaşındadır. Müftüler Köyü’nün Muhtarı Tahsin Saydam, bir önceki muhtar Mehmet Saydam; orada yaşayan hane halkı sanki bir ağızdan söyler gibi; “Bu Ayşegül, o Ayşegül değil.” Ben gayet rahatım. Öylesine rahatım ki, öyküde adı geçen Ayşegül olsa ne olur, olmasa ne olur ki? Biz Müftüler köyündeyiz… Refik Halit ustanın anlatımıyla; Derebahçe’ye”. “ah ne güzel hava, ne güzel koku, ne güzel kız. Yavrum, şu görünen köyün adı nedir? Müftüler. Daha ötede neresi vardır? Nergislik. Ya bu suya ne derler? Zerdalioluk. Şu yukarıdaki dağ? Kınalı tepe. Şu yol nereye gider?” Biz yolun başındayız. Köyün Muhtarı Tahsin Saydam’ın anlatımıyla öyküde okuduğumuz köyü karşılaştırıp, yılların getirip, götürdükleri üzerine muhabbeti koyulaştırıyoruz. Yeni açılan piknik alanında, bol oksijenli ve kızılçam ormanının genizleri yakan, akciğerleri onaran o muhteşem kokusu altında tandırdan yeni çıkan biberli ekmeği, bir fincan çayla teklifsiz yemeye başladık. Tahsin Saydam, 2004 yılında muhtar seçilmiş. Bizi köyün en yaşlısı ve en eski muhtarının evine götürdü. 84 yaşındaki Mehmet Saydam amca ve onun dünya tatlısı hanımı Dudu teyze bizi, en az kendileri kadar yaşlı, eski toprak evin önündeki terasta ağırladılar. İskenderun Körfezi’nin muhteşem güzelliğini seyrederek Dudu teyzenin ikram ettiği bulgur pilavını, ayranı, reçeli, zeytini “biraz da” onu hoşnut etmek için afiyetle yedik. Yemek tamam da, bu köyün hikâyesi nedir, siz asıl onu anlatın dedik ve Mehmet amcadan, Şemsi dayıdan dinledik hikâyeyi.
Fi tarihinde, Konya’dan Belen’e (o zamanlar Belen önemli bîr kaza merkezidir) bir Müftü tayin olur. Osmanlı dönemidir. Belen’de oturan müftü efendi, yayla aramaya başlar. Bugünkü Müftüler köyünün bulunduğu yeri beğenir. Müftü efendi evlenir, dört eş alır ve 12 oğlu olur. Bu çocuklardan ikisi buraya gelir, kök salarlar. Konyalı Müftü Yeleğenoğlu Mustafa Efendi’nin yayla yeri olarak beğenip, köyün hikâyesi nedir, siz asıl onu anlatın dedik ve Mehmet amcadan, Şemsi dayıdan dinledik hikâyeyi.
Fi tarihinde, Konya’dan Belen’e (o zamanlar Belen önemli bîr kaza merkezidir) bir müftü tayin olur. Osmanlı dönemidir. Belen’de oturan müftü efendi, yayla aramaya başlar. Bugünkü Müftüler köyünün bulunduğu yeri beğenir. Müftü efendi evlenir, dört eş alır ve 12 oğlu olur. Bu çocuklardan ikisi buraya gelir, kök salarlar. Konyalı Müftü Yeleğenoğlu Mustafa Efendi’nin yayla yeri olarak beğenip, kaldığı bu köy, bugün yaz aylarında 1500-2000 nüfusa sahip bir yayla merkezidir. Kış aylarında ise 10 -12 hane ikamet etmektedir.
Muhtar Tahsin Bey, “Ne eski bağlar, ne eski evler kaldı, ne eski hayvancılık, ne de eski çiftçilik” derken, buranın iklim ve doğal güzellik olarak Soğukoluk yaylasından daha güzel bir coğrafyaya sahip olduğunu, Belen Kaymakamı Mehmet Öz’ün desteğiyle köy tüzel kişiliğine ait mükemmel bir piknik alanı açtıklarını, fırsat ve imkan yaratılırsa, yaz kış kalınabilecek kiralık yayla evleri, otel ve motel yapacak yatırımcı beklediğini belirtiyor. “Bitki örtüsü, ormanlık alanı, ağaçları, doğal güzelliği, İskenderun ve Belen’e yakın olması nedeniyle ulaşım sorunu da olmayan köyümüze yatırım yapacaklar, gelecekte gelişecek yayla turizminde önemli pay sahibi olacak” diyor.
Müftüler köyü, Belen’e bağlı. 213 haneli, yaklaşık 800 nüfuslu bir şirin köy. 200 – 300 yıllık tarihinden geriye üç eski ev kalmış. Bu evler köy tarihi ile yaşıt değil, ancak 40’lı, 50’li yıllardan kalma. Taş, toprak ve ahşap. Yıllar evleri ve evlerde yaşayan insanları yıpratmış. Bahçecilik, küçük çaplı meyvecilik ve hayvancılıkla geçinen köylüler, ürettikleri ürünü İskenderun, Belen pazarlarında satıyorlar. Kimi, çoluk, çocuğun, torunların yaz aylarındaki ihtiyacı kadar ekiyor. İki okulu varmış taşımalı eğitime geçmiş, iki camii var, iki de mahallesi. Şimdi, yeşil bahçelerin, çam ağaçlarının, çınar ağaçlarının, karadut ağaçlarının ve meyve ağaçlarının süslediği yayla evleri, göz alabildiğine uzanan bu tepeyi süslüyor. Dışardan bakıldığında ormanlık alan içinde görülmeyen, ancak yaklaştıkça görülebilen yayla evleri, İskenderun, Belen, Dörtyol, Payas, Erzin bölgesinden gelenleri ağırlıyor. Birbirinden güzel binaların terasından, balkonundan İskenderun Körfezi’ni, Adana Karataş, Yumurtalık bölgesine uzanan körfezin mavi sularında gün batımını izlemek, serin, nemsiz ve bol oksijenli havayı teneffüs etmek, hayatın yaşanabilecek. Güzelliklerine doymak… Müftüler… Konyalı Yeleğenoğlu Mustafa Efendinin çocukların şad ve abad ettikleri yayla…
84 yaşındaki eski muhtar Mehmet amca, Müftülerin Soğukoluk’tan daha güzel bir yer olduğunu, Fransız işgal döneminde burada yaşayan Ermenilerle aralarında hiçbir sorun olmadığını belirtirken, “Türklerden Ermenilere zarar gelmesin diye biz onları, Ermenilerden Türklere zarar gelmesin diye Ermeniler bizi korudu. Biz Türk ve Müslümanız komşularımızla da iyi geçiniriz. Ermeniler de bizimle iyi geçinirdi, aramızda kavga döğüş olmazdı pek” diyerek işgal döneminin Soğukoluk’ ta yaşayan ve Ayvazyan otelinin de sahibi olan Josef Ayvazyan, Sarkis efendi, Güzelyan, İsev, Garabis, Gomenik biraderlerle ilgili anılarını yineliyor.
Refik Halit’in Ayşegül isimli hikâye kahramanını bulmak için gayret ettik. Ancak baktık ki tarih, zaman, mekân değişmiş. O dönemi bilen çok az insan kalmış, çoğu hatırlamıyor, bazıları ise bugün yaşayan Ayşegül’ün o tarihte Refik Halit Karay’a şeftali ikram eden kız olarak tanıdıklarını belirtiyorlar.