Cumhuriyet döneminde iktisat bakanı, Mustafa Kemal Atatürk’ün son başbakanı ve 1950-1960 arasında Türkiye’nin üçüncü ve asker kökenli olmayan ilk cumhurbaşkanı olarak görev yapan Celal Bayar’ın yazdığı ve Kervan Yayınları’ndan 1978’de çıkan “Atatürk’ün Metodolojisi ve Günümüz” adlı kitapta Atatürk ile ilgili şu tespitler yer alıyor:
“Atatürk, büyük adamdı. Büyük adamlar, büyük dağlar gibidir, onlardan uzaklaştıkça haşmetleri ortaya çıkar. Ben onun sağlığında ve onun yanı başında çalışırken de Atatürk’ün büyük olduğunu, bizden farklı yanları olduğunu görüyordum. Çünkü ne zaman dara düşsek, ona koşardık, onda her zaman kapalı kapıları açan yeni bir anahtar bulunurdu. Ama samimiyetle itiraf ederim ki, yıllar geçtikçe bu büyüklüğün, ne ölçüde bir büyüklük olduğunu daha iyi idrak ediyorum.” (s. 13)
*
” ‘Atatürk realitesini’ görebilmek için, onu, bir BÜTÜN halinde gözönünde bulundurmak lâzımdır. BÜTÜN’ü kavramadıkça, olaylar karşısındaki tek tek davranışları anlamak mümkün olmaz.” (s. 14)
*
“Marksizm’de Türk milleti için bir ümit olsaydı, Atatürk 1923’de sosyalist bir cumhuriyet kurardı ve bunu kurması için hiçbir engel de yoktu. Eğer sosyalist bir baskı rejimi yerine, anayasal bir cumhuriyet kurulmuşsa, bunun tek sebebi sosyalist bir rejimin Türkiye gerekçelerine ve Türk insanının çıkarlarına ters düştüğü içindir.” (s. 15)
*
“Atatürk’ün tartışılmayan ve tartışılamayacak bir vasfına işaret etmek istiyorum: O, BİLİNÇLİ BİR ANTİ-EMPERYALİST idi. Anti-emperyalistin bir başka adı da “MİLLİYETÇİ”dir. Atatürk de bir milliyetçi idi; toplumun üstün değeri olarak devleti değil, milleti görüyordu.” (s. 16)
*
“Atatürk bir kalıp değil, bir gerçekçilik, bir akılcılıktır. Bilim, deney ve akıl çizgileri içinde bağımsız bir METOD’dur. İşte bu sebepledir ki, her dar boğazda, her kargaşalıkta, her umutsuzluk ortamında Atatürkçülük özellikle bizim için bir ÇARE’dir, diyorum. Ve her Türk insanın Atatürk metodunu kullanarak tükenmez çareleri bulup bu çareleri gözümüzün önüne çıkarmasını istiyorum.” (s. 18, 19)
*
“Benim gözümde hiçbir tarife sığmayan Atatürk’ü değil de ATATÜRKÇÜLÜĞÜ az buçuk da olsa tarif etmek gerekiyorsa, belki şöyle söylenebilir: Tabiat kanunlarına aykırı düşmeyen insanın hayrına, yararına olan bütün fikir ve olaylar üstünde Atatürk metodu ile (yani bilim, deney ve akıl çizgileri içinde) düşünmek, ATATÜRKÇÜLÜK’tür…” (s. 29)
*
“Atatürk 1918’de İMPARATORLUK ve ÜMMET tabanlarının dünya yüzünde iflas ettiğini ve MİLLET tabanından daha gerçek bir Devlet tabanı olmadığını görebilmiş ve hesaplarını bu gerçeğe dayatmıştır.” (s. 41)
*
“Atatürk metodolojisinde ‘duygu’ya yer yoktur. Laboratuvara girmiş bir ilim adamı, tüpteki oksijenle, hidrojen arasında nasıl bir ayırım yapmaz, birinden birini kendisine daha yakın görmezse, sosyal bilimin laboratuvarına giren bir devlet adamı da doğru bir sonuca varabilmek için, tüm duygularından sıyrılmak zorundadır. Atatürk, işte bunu başarabiliyordu… Eğer siz de başarabilirseniz, Atatürk gibi düşünmüş olursunuz…” (s. 46)
*
“Cumhuriyet fikrinin temeli olan ‘seçimle iktidar olmak’ yöntemi, gerek Türk soyunun geleneklerinden ve gerekse İslâm dininin esaslarından kaynaklandığı için, bize yabancı değildi. Bu yüzden Cumhuriyet fikrinde temele inen yatkınlıklarımız vardır…” (s. 47)
*
“İmparatorluk yapısında denetim gücünün, bürokrasinin iki kanadına verilmesi bir zorunluluktu; çünkü, doğrudan doğruya HALK’a indiremezdiniz… Bir kere, imparatorluk halkı, devletin kurucusu olan halktan sayıca üstündü; tabana dayalı seçime kaydığınız an, denetimi elden kaçırırdınız… Ayrıca imparatorluk, birçok milletin kaynaşarak oluşturduğu bir ‘mozayık bütün’ olduğu için, denetimin de ‘Mozayık bütünlüğü’ temsil etmesi gerekti. Bu yüzden denetimi, imparatorluk mozayığından süzülen asker-sivil aydınlara, yâni bürokratlara bırakmaktan başka çare yoktu.
Ancak, devlet hayatında bu çare, ‘iyi’ olduğu için değil, ‘zorunlu’ olduğu için uygulanıyordu.” (s. 52, 53)
*
“Atatürk’ün en büyük eserlerinden biri, bürokrasi operasyonudur; toplumun asker-sivil bürokrat kanatlarının devlet ortaklığından çıkarılmasıdır. Fakat maalesef bu derin görüşün, Atatürk’ün en yakın çevresi tarafından bile iyi kavrandığını zannetmiyorum. Atatürk’ün, devlet seviyesindeki yakın arkadaşlarından biri İsmet Paşa idi ve İsmet Paşa, 1950-1960 Demokrat Parti iktidarı döneminde bürokrasiyi arkalayarak onu ‘iktidar ortaklığına’ sürüklemiştir.
İsmet Paşa yönetimindeki Halk Partisi, 1957 seçimleri arifesinde, anayasa değişikliği isteği ile ortaya çıktı. O zamanki parti genel sekreteri Kasım Gülek’in sözcülüğünü yaptığı bu istekte; ‘Senato’, ‘Anayasa Mahkemesi’, ‘Özerk Üniversite’, ‘Özerk TRT’, ‘Planlama Kurulu’ gibi yeni kuruluşlarla ‘Nisbi Seçim’ ve sendikaları, ‘Grev hakkı, toplu iş sözleşmesi’ ile etkin bir güç haline getirmek fikri dile geliyordu.
Bu teklifin anlamı açıktır; halk oyu ile bir türlü iktidara gelemeyen Halk Partisi, bürokrasiye ve işçi kesimine ‘taviz’ vererek kendisine bir iktidar yolu açmak istiyordu.
1960’da bir ‘fiili durum’la karşılaştık. Bürokrasinin asker kanadı, devlete el koydu, parlamentoyu kapattı, başta devlet reisi ve hükümet olmak üzere parlamentonun büyük çoğunluğunu hapis ederek kendi tefekkürü içinde muhakeme altına aldı. Sonunda, Halk Partisi çoğunluğunun hakim bulunduğu ‘Kurucu Meclis’de 1961 Anayasası yapıldı. Halk Partisi, 1957’de bütün söylediklerini bu Anayasaya koymuştur, ayrıca söylediklerinin dışında ‘Temelli Senatörlük’, ‘Senatoda Cumhurbaşkanı Kontenjanı’ ve ‘Milli Güvenlik Kurulu’ gibi müesseseleri de Anayasaya taşımıştır.
1961 Anayasası, kanaatimce tam anlamıyla bir ‘Milli idare devalüasyonu’dur. Halk oyunun değeri, yüzde ellinin altına da düşürülmüştür, bu Anayasayla… Atatürk Anayasasının ‘güçlü halk oyu’ yerine ‘güçsüz halk oyu’, ‘güçlü hükümet’ yerine ‘güçsüz hükümet’, ‘devletin emrinde bürokrasi’ yerine ‘devleti, emrine alan bürokrasi’, ‘seçimden kaynaklanan meşruiyet’ yerine, ‘kıdemden kaynaklanan meşruiyet’ tefekkürü konmuş, böylece Atatürk’ün, toplum yapısından kaynaklanan Anayasası, kopya bir anayasa ile değiştirilerek, o büyük devlet adamının fikirleri hesapsızca ters yüz edilmiştir. Bugün bu Anayasaya göre, devletin sahibi ve bekçisi millet değil, temsilciliğini bürokrasinin yaptığı, saydığım kuruluşlardır. Böylece, Atatürk düzeninin yerine, Osmanlı düzeni yeniden ihya edilmiştir, demekte bir hata olacağını sanmıyorum.” (s. 59, 60, 61)
*
“Cumhuriyet rejimi, -özellikle bizim toplum yapımızın vasıfları bakımından- iki büyük tehlike ile karşı karşıya idi; rejim, Marksizme ve Ümmetçiliğe açıktı. Cumhuriyet mekanizmasına hiç dokunmadan toplumu, Marksizme de, Ümmetçiliğe de sürüklemek mümkündü.
İşte Atatürk, cumhuriyetin bu iki tehlike kapısını, iki temel fikirle sımsıkı kapamış ve rejimi sonsuz geleceklere güvenle ulaştırmanın çaresini bulmuştur. Bu temel fikirlerden biri, MİLLİYETÇİLİK, diğeri de LÂYIKLIK’dır.” (s. 63)
*
“Atatürk’ün amacı, TÜRKİYE’Yİ, ANTİ-EMPERYALİST OLAN MİLLİYETÇİ BİR BATI ÜLKESİ HALİNE GETİRMEKTİ. Bütün devrimlerin tek hedefi budur.” (s. 94)
*
“Atatürk, özel mülkiyetin yanında yer almakla, tarihi komünizm, marksizm, sosyalizmden ayrılmış ve Batı ekonomi görüşünün yanında yer almıştır. Ancak Atatürk’ün benimsediği Batı ekonomisi, 18 inci yüzyıl liberalizmi değildir. Ekonomik ilişkilerde devletin müdahale hakkı olduğunu benimseyerek, çağdaş ekonomiye öncülük etmiştir. Atatürk, devletçiliği de, devlet kapitalizmi olarak benimsememiştir.” (s. 95)
*
“Bir millet için saadet olan bir şey, diğer millet için felâket olabilir… Aynı sebep ve şartlar, birini mesut ettiği halde, diğerini bedbaht edebilir. Onun için bu millete gideceği yolu gösterirken, dünyanın her türlü ilminden, keşiflerinden, ilerlemelerinden yararlanalım; lâkin unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak zorundayız. (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II, s. 140-141, 20 Mart 1923)” (s.