COŞKUN ARAL’LA “ANNEM’İN YEMEKLERİ” ve HATAY ÜZERİNE « Kırıkhan Olay Gazetesi-Hatay'da Hızlı doğru tarafsız haberciliğin merkezi

21 Aralık 2024 - 20:16

COŞKUN ARAL’LA “ANNEM’İN YEMEKLERİ” ve HATAY ÜZERİNE

COŞKUN ARAL’LA  “ANNEM’İN YEMEKLERİ” ve HATAY ÜZERİNE
Son Güncelleme :

25 Nisan 2021 - 21:29

Eski bir taş binanın, Sabunhanenin restorasyonu ile Hatay ve Türkiye’ye kazandırılan güzel bir otelin avlusunda ahşap divanda oturuyorum. “Haberci” ile birazdan burada oturup konuşacağım. Haberci namı diğer Coşkun Aral. Gazetecilik mesleğinin yüz aklarından. Yaptığı röportaj ve belgesellerin yanı sıra çektiği fotoğraflarla da hem ülkemizde hem dünyada tanınan bir meslektaşımız. Coşkun Aral, Siirt’te çıkan ve Güneydoğu Anadolu bölgesinin en önemli gazetelerinden Siirt Mücadele gazetesinde matbaa mürekkebi bulaşanlardan. Derler ki, Matbaa mürekkebine bulaşan iflah olmazmış. Cumhur Kılıççıoğlu’ nun rahle-i tedrisinden geçmiş Coşkun Aral. Sonra.. Sonra leyleği havada görmüş. Başlamış aramaya…”Annemin Yemekleri” isimli bir kitapla gelmiş Antakya’ya. Yemeklerin başkentine, Siirtli bir annenin yaptığı yemekleri, bir başka coğrafyada yaşayan annelerin yaptığı yemeklerle akrabalıklarını okuyucularının bilgisine, damak tadına sunarak..

Çaylarımızı yudumlamaya başladığımızda hava kararıyordu. Antakya’yı gezmiş, sokaklarını dolaşmış, Mozaik Müzesinde o muhteşem sanat eserlerini, köklerinden binlerce yıllık tarihin derinliklerinden günümüze gelişini izlemiş. Biraz yorgun, biraz heyecanlı, biraz tanıdık bir ortamda çaya çerez yapmaya başladık. Aral’a sordum. Senin gözünle Hatay’ı anlatır mısın? Diye. “Ben Haberciyim. Bilgi toplayıcısıyım. Benden önce yapılmış derin izleri bulmak ve aynı izlerin benzerini bırakabilmek, dünyanın dört bir tarafına tarihteki izlerin günümüzdeki bulgularına ulaşıyorum. Doğup büyüdüğüm bölge Mezopotamya, buranın bir uzantısı. Binlerce yıllık uygarlığın en belirgin, en yalın, en çıplak haliyle bugüne kadar gelmiş çok ciddi bir şey. Şimdi sahrada da uygarlıklar var ama o insan yüzlerini bile burada görebiliyorsunuz. O yüzden o bırakılan izleri takip edip iz bırakmak misyonum oldu. Bırakılan izleri yaparken kendime idol diyemeyeceğim ama hayran olduğum bir takım insanlar var tarih boyunca. Kim bunlar; bir Büyük İskender, Fatih Sultan Mehmet, Selahattin Eyyubi… Alparslan. Şimdi bunların bir özelliğini fark ettim. Hiç bir zaman tek ırkın, tek milletin, tek dinin değil, tam aksine o coğrafyada var olan hepsinin ortak izini bırakan; Büyük İskender’in bir lafı var; babası Filip’le kavgasında Filip ari ırk Makedonya’dır derken, O karışmaktan yanadır. Gariptir gittiği her yerde o bölge insanıyla karşılaşır. Karşılaşınca orada bir iz bırakmıştır, İran’ gitmiş orda bir iz bırakmıştır, taa Afganistan’a kadar. O yüzden ben karışımları seviyorum; çünkü karışımlar sonucu farklılıklar yeni yeşermeleri; yeni gelişmeleri; yeni uygarlıkları oluşturmaya yol açar aksi halde bir ağacın meyvesi kendini bitirir bir insan olarak ben öncelikle insanım. Antakya bu nedenle çok önemli.”

Savon Otel’in avlusunda gün batıyor. Çaydan bir yudum daha içip gözlerine bakıyorum. O gözlerle Antakya’ya.. Hatay’a bakıp, nasıl göründüğünü merak ediyorum..

“Çocukların doğarken ne anne babayı ne de yaşadıkları coğrafyayı seçme hakkı var. Anneler babalar bunları seçebiliyor ama çocukların böyle bir şansı yok. Dünyada var olan değerleri, yaşanmışlıkları ortaya çıkarıp bunu belgeleştirirken baktım tek değer, mesaj; nereye gidersem gideyim; önce karışın, karışmaktan korkmayın, kök salın, paylaşın ve paylaştığınız değerleri korumak üzere bir sonraki kuşaklara bırakın. Bu benim felsefem oldu. O yüzden dün Yemen’deydim, orada Osmanlı’nın izlerini buldum. Orada Saba melikesi Belkıs’ın izlerini de buldum, Hz.İbrahim’in izlerini de buldum. İlk insanın bıraktığı o çamurdan gökdelenlerin arasında dolaştım. Bütün bunları yaparken hep kendimi aradım. Ortaasya’ya giderken hissettim bunu, Sibirya’ya çıkarken de hissettim.”

Coşkun Aral, namı diğer Haberci çocukluk dönemine daldı. Gözleri çok eski yıllardaki gibi parıldadı. Anılarına daldı: “Biz çocukken Siirt’te tam baharda nisan, mayıs aylarına doğru bir takım bembeyaz giysili adamlar tef çalarak, İran’dan gelirlerdi. Hayran olurdum, ne sınır kavramı, ne inanç kavramı, her şeye saygılı. Kendi ritüellerini yapa yapa gelirlerdi tef sesinin ritmik sesinin peşinden. Şimdi gelip dolaşıyorum Türkiye’de çok az il var ki, çok az kent var ki, çok az yerleşim bölgesi var ki; Antakya gibi bütün bu değerlere yüzyıllardan beri sahip çıkmış. Demin şehirde çok kısa bir tur attık, tam bir lezzet turu benim için ve baktığınız zaman demin sizden öğrendim işte, Süryanilerin korunan değerlerini, Musevilerin var olan değerlerini, Hıristiyanların farklı mezheplerini, Müslümanlığın farklı mezheplerini…hepsi birbirine saygılı, görebiliyoruz. Antakya’da medeniyetlerin bir arada yaşayışlarını, dinlerin birbirlerine saygısını, insanların birlikte yaşamaya olan bağlılıklarını görebilirsiniz. O zaman demek ki biz bu değerleri koruyarak, daha iyilerini yapmaya kendimizi yönlendirerek o hoşgörüyü o barışı sağlayabiliriz. Antakya’nın beni çeken beni cezbeden özelliklerinden biri bu. Kaç il var derseniz çok fazla yok. Ama var olan illerden biri, o yüzden birkaç yılda bir gelmesem kendimi rahat hissetmiyorum. Ama bunu her şeyde, o koronun vermiş olduğu konserde de alabiliyorum o hazzı. Yemeklerinde de alabiliyorum. Buranın değeri mercimektir, buranın değeri nohuttur. Fasulye geliyor, adam gelip yemek yapıyor. Onu da kendisine benzetiyor, benzetirken de kendi değerlerini de katarak yapıyor. Sabun diyorsunuz, içinde defne de var, zeytinyağı da var. Biri içeriyi, biri dışarıyı onaran iki özelliği var.”

Anlaşılan Coşkun Aral bu şehrin meftunlarından. Onun Antakya’ya, Hatay’a olan sevgisini, yemeklerde aradığı lezzeti, arkadaşlarıyla bir araya gelip şen kahkahalar atmasını uzunca dinledik. Onun yaşadığı coğrafyaya, yaşadığı ülkeye, bölgeye ve dünyaya bakışını dinledik. Çay sıcak. Hava kararıyor. Birkaç saat sonra Antakya Evi’nde kitabını tanıtacak. Oldukça yorulduğu bir zamanda daha fazla tutmak istemedim. Bir daha ki gelişinde Hatay’ın bilinmeyen tarihinden, özelliklerinden görülecek yerlerinden küçük ipuçları vererek ayrılmak vakti geldi. Son sözü ona bırakıyorum;

“Böyle bir kültür keşke bütün Türkiye’de ve dünyada var olsa. Bana soruyorlar, Antakya’ya niye gelmek istiyorsun, niye farklı buluyorsun? Kültürleri kendi içinde eritip yok etmek değil, asimile etmek değil, var olan bütün değerleri korumak aynı zamanda. Böyle bir özelliğinden dolayı çok seviyorum. Ve gelemediğim zaman sıkılıyorum.”

youtube izlenme satın al

YORUM YAP

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.