Ortak bir tanımla; Kışinin, kendine aykırı gelse de her şeyi anlayışla karşılayarak olabildiğince hoş görme durumu.
Felsefi terimi ise; kendisininkilerle çelişse bile, başkalarının düşünce ve kanılarını özgürce dile getirmelerinden rahatsız olmama, onların geçerliliklerine karşı tepki göstermeme tutumu.
Hoşgörü, göz yumma olarak algılanmamalıdır. Çünkü hoşgörü iyi niyetle yapılan bir davranıştır ve içinde bir kabullenişi barındırır. Kısaca bir eylemsizlik durumudur. Hosgörülü olmak için herhangi bir eylemde bulunmamız gerekmemektedir.
Dünyamızdaki kültürlerin zengin çeşitliliğini, ifade biçimlerini ve insan olmanın yollarını kabul etmek, bunlara saygı göstermek bunların değerini bilmektir. Hoşgörü, bilgiyle, açıklıkla, iletişimle ve düşünce,vicdan ve inanç özgürlüğüyle beslenir. Hoşgörü çeşitlilik içindeki uyumdur, zenginliktir.
Heraklitos’un ” Değidmeyen tek şey değişimin kendisi ve kanunudur.” sözü hoşgörünün çıkış noktası olarak gösterilebilir. Çünkü keskin ve keskin bir yargı oluşturmak değişime kör kalmaktır. Dinler, ahlaki öğretiler, devletler hoşgörü ilkesi etrafinda uzlaşırlar. Örneğin tarih sürecinde değişim ve dönüşümleri en çok tetikleyen, dünya coğrafyasında fiziksel ve düşünsel anlamda en çok yer kaplayayan Türk devlet ve topluluklarının en önemli özelliklerinden biri hoşgörüdür.
Kişi kendi inanışını, değerlerini davranışlarına yansıtarak yaşar, yaşamalı.
Nazım’ın da dediği gibi, ” Yaşamak, bir ağaç gibi tek ve hür; ve bir orman gibi kardeşçesine.” Burada da belirtildiği gibi her insan bir özne, her insan bir dünyadır.
Zenginliğin kaynağı da bizim ortak değerler dışındaki farklılıklarımızdır.
Hoşgörü, hiyerarşik olarak bir kendini gerçekleştirme yürüyüşüdür.
Bazı şeyleri hoşgörmek gerekiyor;
Gönül’den,
Acıtsa da,
İncitse de…
Son olarak Mevlana ile nokta koyalım; “Hıristiyan, Yahudi, Müslüman, Zerdüşt, taş, yer, dağ, nehir, herbiri gizemli olmanın benzersiz, yargılanamaz ve saklı yollarına sahiptir.”