Yürek dayanmaz;
sevenin sevdiğinden ayrı kalmasına. Annenin yavrusundan uzak oluşuna. Yavrunun, anne yolu gözleyişine. Çiftçinin topraktan, toprağın sudan mahrum oluşuna…
İçleri burkulur;
ekmeğine ulaşamayınca, emekçinin. Ter döküp ekmek getiremeyen ırgatın, yevmiyecinin. Helalinden kazanan işçinin, karınlar doyurmak için dağ-taş demeyip dolaşan çobanın…
Canları sıkılır;
hoş sohbetten uzak kalan dostların. Gecenin karanlığını gönül güzelliğiyle aydınlatan, yarenlerin. Beş vakit semayı çınlatan müezzinin, saf saf olup , Mevla’ya yalvaran, imamın ve cemaatin…
Kabuğuna sığmaz olur;
yürekleri kıpır kıpır çocukların, yerinde duramayan delikanlının. Gırgır ve şamatanın sel olup gittiği ergen ortamlarının…
Gönülleri daralır;
çat kapı komşuya giden, Ayşe ablanın. Gün yapıp, gününü gün eden teyzemin. Dedi mi demedi diye diye meraktan çatlayan yengenin. Yoğurmaktan yorulmadığı kısırı, ikram eden ablanın. Masrafını aldırmadan, diyet bozduran envai çeşit pasta börekle tabakları süsleyen komşunun…
Özlemi kat kat artar;
sıla-i rahim yapan evladın, çocuk ve torun yolu gözleyen dedenin. Uzak diyarlardan haber bekleyen, kulağı telefonda olan yaşlının. Bin bir zahmetle büyüttüklerinden iyi bir haber bekleyen annenin ve babanın…
Kalbi küt küt atar;
kavuşamayan yavukluların, iki şahitten başkasının mutlu gününe alınmadığı, “evet” diyen çiftlerin. İkinci baharını tam yakalamışken, karın, kışın ve soğuğun mani olduğu sevenlerin…
Herkesi alıp götürür;
yolların sakinliği, kapıların kapalılığı, pazarcının suskunluğu, caddelerin ıssızlığı, araçların seyrekliği. Küçüklerin şaşkınlığı, annelerin telaşlılığı, babaların her şeye göğüs germeye çalışması. İş kaygısı, aş kaygısı, gelecek kaygısı. Bilinmezler içinde, bir şeyleri bilmeye çalışmaların kaygıları…
Hele buna can dayanmaz;
geleceğe ışık tutan, bilgi ve sevgi pınarları ile çocukları besleyen, ümit aşılayan. Evinin yolunu öğreten öğretmenlerin; iştahla yolunu tuttukları okulundan uzak kalması. Güler yüzle arkadaşlarıyla selamlaşmaktan mahrum olmaları. Erken gelip, öğrencilerini sevgi ile karşılanmasından uzak tutulması. Kafasını patlatan, tüm hayat enerjisini tüketen çocukları görememesi. Yaramazlıklarından usandığı öğrencileri ile görüşememesi. Düşe kalka başladığı eğitim yolunda, beğenilmemeyi bile göze aldığı ergenlerden mahrum olması…
Bir de tüm bu olanların üstüne;
biz okul idarecilerinin kapıdan girdiğinde “inin ve cinin” top oynadığına şahit olan, duyduğu en ufak tıkırtı ile heyecanlanan… Koridorların ve sınıfların İÇ YAKAN SESSİLİĞİne ne yürek dayanır ne de can…