Amanosların eteğinde, Muşlu tepesinden Alan Yaylasına giden yolda, karaçam ormanlarının bittiği yüz yıllık sülfato ağaçlarının bulunduğu yerde Kireç ocağı dediğimiz bir mesire yeri var.
Ortada yaz kış sabırla ve nazlana nazlana akan bir pınar, pınarın önünde hayvanlar için yapılmış sulak bulunurdu. Akşam vakti dağdan inen davar sürüleri buradan sularını içer, Yaradana hamd ederek ağıllarına giderlerdi. Pınarın başında saz çalanlar, türkü söyleyenler arada bir başlarını kaldırır ulu sülfatoların sık dalları arasından gökyüzünü görmeye çalışırdı. Sülfatoların yüzeyleri kağıt gibi düz ve temiz olurdu. Her sülfatonun tüm yüzeylerine gençler kırık camlarla, çakılarla bir kalp işareti ve içine kendisinin ve sevgilisinin baş harflerini kazırdı. Abartmıyorum, bu ağaçlar çaputlar bağlanan adak ağaçları gibiydi. Her tarafında 29 harfi görebilirdiniz. M harfi çok olurdu! Sebebi de mahallede ismi M ile başlayan çok güzel bir memur kızı vardı ve mahallenin tüm çocukları ilk ona aşık olurlardı
.
İşte bugün bir vesileyle Kireç ocağını ziyaret ettim. Ağaçlarda fazla olmasa da yine kalpler, baş harfler…
Pınar kurumuş, sulak kaldırılmış. Ağaçlar bayağı büyümüş altlarında yemyeşil çimenler çıkmış.
Okulla pikniğe gelirdik ve bir arkadaşın “mercimek sine sine, usandım yiye yiye” türküsünü söylediği gün geldi aklıma. Nihat Yılmaz’la şakalaştığımız argo sözler…
Burada akustik bir doğal ortam var ve bağırdığınızda Amanoslar misliyle karşılık verir size. Genellikle de gençler yavuklularının adını bağırır yankısını dinler zevk alırlardı.
Bugünde ben Amanoslara doğru :B en yoruldum hayattttt diye bağırdım. Hemen Amanoslardan karşılık geldi; Gelme üstüme…