Kültürel miras daha önceki nesillerce oluşturulmuş ve evrensel ölçekte değerlere sahip olduğuna inanılan eserlere verilen genel bir isimdir.
Kültürel mirasın korunması kent kültürü ve kent kimliğinin de korunması ve sürdürülmesi anlamını taşır.
Nesilden nesile koruyarak aktarılan kültürel değerlerle kişisel ve toplumsal hafıza oluşuyor.
Zamanla köylerimiz, kasabalarımız ve şehirlerimiz hızlı şehirleşmenin getirdiği çarpık kentleşme ve yapılaşma neticesinde değişime uğruyor ve eski değerler yok oluyor. Bununla birlikte kültürel miras da değişen şartlar karşısında varlığını korumakta zorlanıyor. Hele hele de kültürel miras taşıyıcıları olan kültür insanları azaldıkça nesiller arası kültür yozlaşması daha da belirgin hale geliyor.
Kültürel miraslarımız arasında yer alan semercilik, kalaycılık, heykelcilik gibi zanaat ve sanat alanları gün geçtikçe azalıyor hatta yok olma noktasına varıyor. Tarihi anıtlar, binalar yıkıldıkça bu manada da kültürel miras yok oluyor.
Kültürel mirasımız sadece bunlar değil elbette. Yemeklerimiz, yazılmış kitaplar, el yazmaları, eski fotoğraflarımız, yayınlanmış dergi ve gazeteler de kültürel mirası oluşturur. Eski Antakya evleri, binalar, kaleler, surlar, kemerler, arkeolojik bulgular kültürel mirasın parçalarıdır.
“Genel olarak; bir kentin kimliğini oluşturan en önemli öğeler “Kültürel Mimari Miras Öğeleridir”. Ayrıca “Doğal Miras Öğeleri” de kentlerin kimliğine damgasını vurur.
Çevresel Öğeler: Kentin topoğrafyası, mikrokliması, doğal yapısı, bitki örtüsü ve hayvan türleri, kentlerin doğal çevresini oluşturur.
Yapı Öğeleri: Kentin kültür mirasını oluşturan, kentlere kimlik kazandıran mimari öğeleridir.
Anıtsal Yapılar: Anıtsal öğeler olarak; kentleri oluşturan sokak dokusu (çıkmazlar, meydanlar vb.), anıtsal yapıları (han, hamam, cami, kilise vb.) sayabiliriz.
Anıtsal yapılar bir kentte eğer varsa, inşa edilmiş, büyük ölçekli ve genellikle sosyal-kültürel ve dinî nitelik taşıyan yapılardır.
Bu yapılar; kiliseler, hanlar, hamamlar, camiler, külliyeler, kapalı çarşı, okul, hükümet binası, belediye binası vb. kamu yapıları olabilir.
Sivil Mimarlık Örnekleri: Kent kimliğini oluşturan, kentlerde korunması ve geliştirilmesi gerekli dokuları oluşturan geleneksel mimarlık örnekleridir. Hemen her kentte o yöreye özgü mimari tarz ve malzeme ile yapılmış, konaklar, evler ve daha mütevazı ölçeklerde bazen bir doku oluşturan yapılar bulunmaktadır.
Sanat Öğeleri: Kentlerde yoğunlaşan, kültür ve sanat eylemleri, kentsel dokunun oluşmasında başlıca etmenlerden biridir. Kentlerin anıtsal ve sivil yapılarında, çevresel değerlerinde kültür ve sanat eserlerini gözlemek mümkündür. Resim ve heykel, ahşap, taş, alçı, oymacılık ve süsleme sanatları, vitray, cam, mozaik vb. sanatlar yapılarda ve çevre oluşumunda kullanılan sanat dallarıdır.
Bir kent, sadece orada yaşayanların ya da ziyaretçilerin, seyyahların düşünceleri ve yazdıkları ile değil, bilim, teknoloji, mimari, edebiyat, resim, müzik vb. sanat dallarına olan katkıları ile tanınır ve anılır.
Binlerce yıllık uygarlık tarihi içinde insanın doğrudan veya doğa ile birlikte yarattığı ve bugün “Kültürel ve Doğal Miras” diye adlandırılan değerlerin korunması, çağımızda insanlığın ortak sorunu olarak kabul edilen ve üzerinde önemle durulması gereken bir konudur.
Kamu kurum ve kuruluşlarına, sivil toplum örgütlerine, özel sektöre ve her bireye düşen görev, doğal, kültürel ve tarihsel değerlerin korunması çabalarında aktif yer almaktır.” (Prof. Dr. Mehmet Tunçer, Kültürel Miras ve Önemi, Türk Yurdu Dergisi, Mart 2017, Yıl: 106, Sayı: 355, s. 46, 47, 48)
***
Kent kelimesinin TDK sözlük anlamı ilçe ya da ilçeden büyük olan yerleşim yeridir. Genelde nüfusunun çoğu sanayi, ticaret ya da hizmet alanında çalışan ve tarımsal etkinliklerin de yapılmadığı yerleşim alanlarıdır. Kentlerde teknoloji ve sanayi gelişmiştir.
Milattan önce kentlerin her biri bir devleti ifade ederken, günümüzde bir ülkenin topraklarında asayişi sağlayan ve hizmet veren yönetim merkezleri olarak karşımıza çıkıyor.
Az sayıda insanın yaşadığı köylerde benzeşme, çok sayıda insanın yaşadığı kentlerde her türlü çeşitlilik olduğundan farklılaşma söz konusudur.
Yaşanabilir kent dendiğinde, ekonomik ve sosyal olarak yeterli, çevre bilinci oluşmuş, trafik sorunu olmayan, yaşlı, engelli ve çocukların hizmetlere kolay erişebileceği kent akla gelir.
Köylerin doyuramadığı insanların “bir umut” diyerek yığınlar halinde kente göç etmesiyle kentlerimizde çok yönlü bir değişim yaşanıyor. Kentlerimizdeki pek çok kimse kendini hala yerleştiği kentle değil göçüp geldiği yerle özdeşleştirmektedir. Kentte yaşamak ile kentli olmak arasında fark vardır.
Bir kentin bazı kültürel değerlerinin oluşmasında, kimliğinin canlandırılmasında ve korunmasında yerel yönetimlerin etkisi oldukça büyüktür.
Müzelerin, kütüphanelerin, sinema ve tiyatro salonlarının olduğu kentler, kültürel faaliyetlerin, çeşitli eğitim ve sağlık kuruluşlarının, basın-yayın tesislerinin de yoğunlaştığı yerlerdir. Söz konusu kültürel etkinlikler şehrin gelişmesinde önemli rol oynarlar.
Kent kültürü, yaparak, yaşayarak ve yazarak oluşur. Kent tarihi ve kültürel dokusuyla yaşayan, canlı bir organizmadır. Kent, coğrafyası, tarihi, insanı ve doğal yapısı ile bir bütündür. Yolları, kaldırımları, parkları, alt yapısı kentin mimarisini oluşturur ki bu da kentin kimliğidir. Kent, kültür, sanat, edebiyat değerleriyle bir anlam kazanır. Kentler, bilim, sanat ve özgür düşüncenin mekânlarıdır.
***
Antakya’da anıtsal yapılar olarak kültürel miras denince Habib-i Neccar Camii, Ulu Camii, kiliseler, havra, eski tarihi binalar olarak Meclis Kültür Sanat Merkezi, Valilik Binası, İl Sağlık Müdürlüğü binası, Sanat Okulu binası, Antakya Lisesi binası, Ziraat Bankası binası, PTT binası, Belediye Dairesi binası ve eski Antakya evleri, sokakları akla gelir. Ayrıca eski Müzenin yerine yapılan Şehir Müzesi, Tarım Müzesi, El Sanatları Müzesi, Atatürk Parkı da kent kültürümüzün ve kent kimliğimizin bugünlere taşıyıcısıdır. Uzun Çarşı başlı başına bir kültürel miras ve Antakya’nın kimliğini oluşturur.
Antakya’nın geçmişte önemli bir kent kimliği varken bu kimlik daha sonra çeşitli sebeplerle ilçelerden ve köylerden gelen insanların Antakya’ya yerleşmeleri ile bozulmaya başlamıştır. Çünkü ilçelerden ve köylerden yoğun bir şekilde gelenlerin büyük bir kısmı Antakya ve çevresinde öbek oluşturarak Antakya’nın kent kültürüne ayak uyduramamışlar ve kendi kültürlerini koruyarak ayrı bir sosyo-kültür çevresi oluşturmuşlardır. Böylece kent dokusu bozulmaya başlamıştır.
06 Şubat 2023 depremiyle yok olan Antakya yeniden ayağa kalkabilecek mi, nasıl olacak, ne kadar zaman alacak? Kalkabilirse eski haline dönebilecek mi, yoksa yeni bir Antakya mı olacak? Bu soruların cevabını zaman gösterecek