Kültür bir anda oluşmaz. Birileri istediği için de hemen oluşmaz. Zaman içinde, süzüle süzüle, olgunlaşa olgunlaşa meydana gelir. Bir süreç içerisinde birikimlerden sonra yapılanma oluyor. Değerler üst üste konularak ve işlenerek oluşuyor.
Kurum kültürü de böyledir. Kurumlar, ilkelerini, prensiplerini, duruşlarını, ilişkilerini, ciddiyetlerini, anlayışlarını zamanla belli bir seviyeye getirdikleri takdirde kurum kültürü oluşur. Ticari hayatta kurum kültürü deyince bazı firmalar akla geliyor. Üniversite deyince birkaç üniversite anlaşılıyor.
Kurum kültürünün devlet ve özel her kurum ve kuruluşta oluşması gerekir. Zira kurum kültürünün olduğu yerlerde her şey saat gibi tıkır tıkır işler.
***
Kurum kültürünün oluşmadığı yerde kayırma kültürü gelişir. Bunun tersi de doğrudur. Kayırma kültürünün olduğu yerde kurum kültüründen söz edemeyiz. Bir yerde “kurallar ve kurumlar” yerine “şahsi ilişkilerin” ön palanda olduğu bir yönetim anlayışı varsa orada kayırma kültürü hâkimdir. İlişkiler kişilerin keyfi davranışlarına göre şekillenir. Oturmuş bir düzen yoktur.
Kayırma kültürü, günlük hayatımızda herhangi bir kurumda bir işimiz olduğunda “bir adamını bulmak” veya “bizden bir yetkili” ya da “dayı, akraba, hemşeri” aramak yoluyla yani “özel ilişkiler”le işimizi halletmek şeklinde ortaya çıkan bir kültürdür…
Kurum kültürünün olmadığı, alabildiğine siyasallaşan yerlerde yöneticiler çalışanlara iş yaptırmakta zorlanıyorlar. Çünkü her çalışanın arkasında bir siyasi destek var. Kurum kültürü yerine kayırma kültürü olduğu zaman orada adalet, hakkaniyet, objektiflik olmuyor. Bu da huzursuzluğun kaynağı oluyor. Huzursuzluk da doğal olarak başarısızlığı beraberinde getiriyor.
***
Prof. Dr. İskender Öksüz bir yazısında bu konuda şöyle diyordu:
“Devlet; kurumlara dayanan, kurumlar üstünde yükselen kurumların kurumudur. Onun da nesillerin mirası bir kültürü vardır. O kurumları çökertirseniz, tekrar kurmak, yeniden yükseltmek nesiller alır. Son tahlilde milletlerin gücü de zenginliği de kültüre dayanır: Milletin, devletin ve kurumlarının kültürüne… Geri kalmışların bir türlü kalkınamaması bundandır. Üstünlük ve refahın asırlarca sürmesi de…
Kurumların bir amacı vardır. Yönetim biliminde amaca bazen “misyon” deniyor. Kurumu kuranın, yönetenin yapması gereken; kurumun bütün mensuplarını, tepeden tırnağa o amaç etrafında kilitlemektir. İşte o kilitlenme, kurum kültürü ile hedefi yücelten ve her mensubu saran ruh ile sağlanır. Çoğu insanın sandığı gibi denetimle değil. Kurum kültürü, her ferdin içine bir denetim elemanı yerleştirir. İslamiyet’te “takva” denilen şey de budur. Dıştan gelen yap, yapma talimatları değil, gönüllere yerleşen kontrol memuru.
Kurumlara siyaset, nepotizm, kayırmacılık girince hedef yok olur. Çalışanların dikkati artık kurumun yapması gerekende değil, kimin hangi torpille girdiğinde, nereden ne avantaj sağlanacağında, kendilerini bu işe sokanlara nasıl çıkarlar sağlayabileceklerinde, başka hangi yandaşları işe alabileceklerindedir.”