Medenileşmek için yönümüzü çevirdiğimiz batıyı da gördüm, ülkemizin en doğusunu da. Hatta daha fazla doğuya gitmeye de ihtiyaç kalmadı; doğumuzdakiler de yanı başımıza gelip komşu oldular. Zorunluluktan da olsa; kültürleri, ananeleri ve yaşantılarıyla tanımış olduk “bizden daha doğuda olanları” da.
Brüksel’in en kalabalık ve cümbüşünün bol olduğu yerleri… Köln’ün hayat dolu caddelerini… Paris’in saraylarını ve Eyfeli’ni… Köy diyebileceğim; tarlalar ve ormanlar arasında, hayvanlarıyla ömür süren ücra yerlerini… Varoş diyebileceğim , arka mahallelerini… Gezerken bir başka gözle baktım etrafına. Yapılar, sokaklar, yerleşim, yollar, sokaklar; “dünyanın her yanında olduğu gibi”… Kafasının sokacak, yaşantısını sürdürecek kadarından fazla değil, inanın. Hatta abartısız söyleyeyim, bizim evlerimiz onlarınkine beş çeker. Hele bir mevsim çeşitliliğimiz var ki; Mevla’ya şükretmekle ödeşemeyiz.
Hiç merak ettiniz mi? Madem artısıyla ve eksisiyle fiziki şartlar eşit, yaşantı ve hayata bakışımız arasında uçurumlar var? Şahit olduğum bir olayı anlatsam, bize biraz ip ucu verir mi dersiniz?
Belçika da soydaşlarımızla sohbet ederken, “Siz buradaki trafik kurallarına hiç çiğnemiyorsunuz. Bu şartlarda aracınızla memlekete giderken İstanbul trafiğinde zorlanmıyor musunuz?” Diye sorduğumda aldığım cevap çok manidardı… “Hocam, buradaki halimizi Kapıkule’de bırakıp öyle giriyoruz ülkemize”.
Biliyorum, medeniyetin bizden aşırıldığını… Köklerimizi azıcık karıştırdığımızda “mutlu olmaya en müsait” medeniyetin fışkıracağını… “Geçmişiyle övünmekten öteye gitmeyen” medeniyet tellallığı yaptığımızı… Günlük hayatımızı düzenlerken, “ilahi kaynaklardan” beslenildiğini…
Bir gün yine Brüksel’de araçla gidiyoruz, trafik polisini gören arkadaş hemen yolunu değiştirince soramadan edemedim, “Hayırdır, bir eksiğin mi var” dedim. “Yok abi, bunların sağı solu belli olmaz, saçına, bıyığına bile ceza yazarlar valla” . Hemen aklıma bizim buraları geldi. Trafik polisi, bir mobileti durdursa, milletvekiline varıncaya kadar ulaşılıp, aratılmasını hatırladım.
Yaya geçidi olmasa bile, adamların yola yönelmiş yayayı görünce durmalarını görünce… Kırıkhan’da yola çıkmaya çalışan yayayı gören sürücülerin, daha fazla gaza basmalarını hatırlayıp içim sızlıyor.
Gece saat üçte, in-cin top oynamasına rağmen, bir tek aracın kırmızı ışıkta iki dakika beklediğini görünce… Aktepe’de; kırmızı ışıkta “sadece yabancı araçların” bekleyip, Hassa plakalı olanların yoluna devam etmeleri, canımı yakıyor.
Fazla haksızlık etmeyelim; -ve inanmayanları da görmeye davet ediyorum- ülkemizin en güneyinde bulunan Hatay’ın Antakya ve Defne ilçelerinde durum çok farklı… Kültür ve inanç olarak kozmopolit yapıya sahip bir yer. Nereden esinlenmişler bilmem ama, yayayı gören araçlar hemen duruveriyor. Durmayan veya kornaya asılanlar ise başka ilçelerden geldiğini hemen ele veriyorlar. Bu durum da bize; kuraların istenirse uygulanabileceğini gösteriyor.
Toplu yaşamımızı düzenleyen kanun veya kural yönünden bir eksiğimizin olduğunu sanmıyorum. Hatta belki de “imrendiğimiz ülkelerinkinden” bile detaylı olarak düzenlenip yazılmıştır.
Soydaşımızla bir şeyler yiyip ambalajını tertemiz mekana atınca, niçin yaptığını sormuştum da… “Abi, bırak çöpçüler boş durmasın, maaşlarını hak etsinler” demesi… Herhalde , yasalar ne kadar sert olursa olsun, her şey uygulayıcılar ve yaşayanlarda düğümleniyor.
Gördüğümüz eksiklik ve içimizi acıtan olaylar da; beni böyle bir yazı yazmaya mecbur ediyor. Yanlış anlaşılmaya mahal vermek istemem, maksadım asla bizden olanları küçük göstermek değil… Birbirine değer veren insanların daha mutlu yaşayabileceğini anlatmaya çalışmaktı.