Yaşadığımız yüzyılın en büyük iki manevi hastalığı nedir diye sorsalar şüphesiz : “Ene ve çene hastalığıdır.” derim. Eneler kabarıyor; çeneler ise dur durak bilmiyor. Üstelik çuval olmadığı için kimsenin ağzı büzülemiyor. Maalesef ağzı olan konuşuyor, çenesi olan ötüyor. Konuşmaya başlayan ise bir türlü susmak bilmiyor. Bu hususta hemen herkes susturamamaktan, dinletememekten ya da dinlenilmemekten şikayetçi. Hocalar cemaatinden , öğretmenler öğrencilerinden dinlemiyorlar ve susmuyorlar diye muzdarib durumda. Bu topluma ne oldu ki çenelerin yayı böylesine düştü. Günün önemli bir kesimini ya telefon ağızda konuşmakla ya da boş şeyleri lakırdamakla geçiriyor. Bu kadar önemli işler içinde ne kadar gereksiz şeylere zaman ayırıyor. Yaşlısı, genci, delikanlısı ve çocuğuyla konuşma hastalığına yakalandı .Galiba ipin ucunu birazcık kaçırdı. Bu durum pek de hayra alamet olmasa gerek . Gırgır şamata, bol limonlu salata diyerek leylekler gibi, ömür, hep laklaka ile mi geçecek? Şu asilzade insanların hep gürültü ve patırtıyla ömür geçirmelerine ve laklaka çalmalarına üzülmemek elde değil. Halbuki hayat kaynağımız olan kültürümüz , inançlarımız , törelerimiz ve edebiyatımız bizlere fazlasıyla yol gösteriyor. Nerede, nasıl ve neleri konuşmamız gerektiğini en ince ayrıntılarına kadar izah ediyor . Görgü kurallarıyla bizleri koruma altına alıyor. Haksızlık karşısında susmayı dilsiz şeytan olarak niteliyor. İnsana bir dile karşılık iki kulak verilmesinin hikmetini düşünmemizi istiyor.Yeri geldiğinde konuşmak gümüş ise,susmak altın olduğunu hatırlatıyor.Kimi zaman “insanların diline hakim olamamasının cehennem azabını beraberinde getirdiği” uyarısını yapıyor. Kimi zamanlarda ise “diline hakim olamayanların başlarından olduklarını” ibret olarak anlatıyor. Çoğu zaman ise” “ya hayır konuş, ya sus! “ diye emirler buyuruyor. Ayrıca az ve öz olarak isimlendirdiğimiz ,cevami-ul kelim olmayı yani az sözle çok şeyi ifade etmeyi tavsiye ediyor . Belağatın, açıklığın, sadeliğin , taşı gediğine oturtmanın , edebi üstünlüğünü yüce değerlerimizde görmek pekala mümkün. Hayati kuralları kendimiz koyamadığımıza göre bizlere çok önem arz eden bu gibi altın kurallara uymak ve uygulamak düşüyor.Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa anlaştığına göre bu işin ortasını bulmamız gerekiyor diyorum. Sevgili Dostlar, insan olmanın en önemli vasfı olan konuşmayı yasak edemeyeceğimize göre ömrümüz boyunca hep güzel şeyleri konuşmaya,ihlaslı insanların gönüllerinden gelerek ağızlarında tatlılaştırdığı o güzel ifadeleri dinlemeye; daha da güzeli yüce Yaratıcının pak huzurunda kendimizden geçerek kelam-i ilahi ile muhatap olmaya ne dersiniz? Bu tarz bir hayat sürersek sonsuz olan cennette kurulan karşılıklı koltuklarda; lezzetli hatıraları yaşamayı hak eder, doyumsuz konuşmalara sahip olabilmeyi ümit edebiliriz .Yüce gerçekleri yaşamak için kırmadan,dökmeden,incitmeden, yumuşak bir lisan ile konuşmaya ve dil dökmeye ne dersiniz?