Neler yaşanacağını, nerelere varacağını hiç kestiremediğimiz bir hayatın içinde; kızmak, mutlu olmak, sabretmek hep olacaktır. Bunlar, hayatın gerçekleri ve nefes alıp verdiğimiz sürece hepimiz bunlarla hep haşır-neşir olacağız. Bu yazımı; hayatta çokça karşılaştığımız kızgınlık, öfke ve kırgınlıklara dikkat çekmeye çalışacağım.
Hadi kızmaya en yakınımızdan başlayalım… Ev işlerinde yardım etmeniz için sizi yanına çağırdığında… Arkadaşlarınla sohbetin en koyu olduğu, muhabbetin derinlere daldığı, sıra; söylemeyi planladığınız en önemli sözlere geldiği… Günün tüm yorgunluğunu ve stresinin son bulacağı “an”ınızı zehir ettiği için… Annenize; sert bir bakışla, derinden gelen bir oflamayla, içinizde tutamadığınız homurdanmalarla; içerleyin, kızın…
Ailenize faydanızın dokunmasını istediğinde… Vatana-millete faydalı bir insan olmanız için sizden bir şeyler beklediğinde… İzlediğiniz maçın heyecanından mahrum ettiği, oynadığınız oyunu sabote ettiği… Bir yerlerde bir şeyler atıştırıp bir anlık da olsa sıkıntılarınızdan uzaklaşma planınızı alt-üst ettiği… Tam da özlemini çektiğiniz parıltılı hayatın hayaliyle yaşarken, kesintiye uğrattığı… Hatta; “sizin, kendisinin geçtiği yollardan geçmediğinizi” düşünerek, “fazla rahata alışmamanız” gerektiğini düşünerek; bazı “kısıtlamalara giden” babanıza… İçerleyin, sık sık soluk almaya başlayın, olmadı; bulunduğunuz ortamı terk edin…
İsterseniz biraz da akrabalara kızın, kusun kininizi… İyi gününü sizinle paylaşmak istediğinde… Dara düştüğünde bir omuz vermenizi beklediğinde… Tatil, gezi ve eğlence planlarınızın köküne kibrit suyu döktüğü… Bitirmek üzere olduğunuz işinizi engellediği… Rahatınızdan ödün vermeniz gerektiği için; veryansın edin, akrabaya-hısıma…
Gözünü üzerinize dikmiş, elini elinize uzatmış, güzelliklerle süslemeniz için “gönül bahçesinin kapılarını ardına kadar açmış” çocuklarınıza ve küçüklerinize… Keyfinizden alıkoydukları, sizi hatalarınızla yüzleştirdikleri… Söyleyeceklerinizi ince eleyip sık dokumak zorunda bıraktıkları… Söylediklerinizle, yaptıklarınızın çelişmemesi uğruna çaba sarf etmek durumunda bıraktıkları için… Kızın, darılın, sesinizi yükseltin, arada bir hakaret edin, “hafiften de olsa ensesini yumuşatın”…
Hadi hiç ara vermeyin kızmaya ve darılmaya… Bir isteği olur diye; “düşkünleri görmezden gelin”… İşi düşer korkusuyla; mesai arkadaşlarınızla selamı kesin… Üstünüze yük olur kaygısıyla; komşunuzun tıkırtılarını bile duymazdan gelin…
Bir insan olarak yaşadığımız bu hayatta; birlikte olduğumuz, yaşantımızın merkezindeki her şeye… İnsana, hayvana, canlıya ve cansıza, her şeye; içerlemeye, kızmaya, söylenmeye, “nefesimizin sonuncusuna kadar” devam edelim… Elimize ne geçecekse!
Ortada bir gerçeklik var ki; bunları yapanlars rastlarsanız, içiniz rahat olsun… Kızgınlık ve kırgınlıklar sahibinden başkasına zarar vermeyecektir. Hatta iyice rahatlayın; bu tür kişilerin ömür sürelerinin pek de uzun olmayacağı da bir hakikattir.
Siz de farkındasınız değil mi sevgili dostlar… Sahici olmadığımı… Sizleri, birilerine karşı kışkırtmak gibi bir arzumun olmadığını… Zaten çekilmez olan, altında ezildiğimiz, zorluklarına katlandığımız bu hayatı; yangın yerine çevirmek istemediğimi… Ama hayat bu; istesek de istemesek de içinde bulunmak ve yaşamak zorundayız. Hoşumuza gitse de gitmese de; “insan olmanın” düşünmenin, duygu sahibi olmanın bir neticesi hep karşımıza çıkıyor bunlar… Hayatta kaldığımız sürece de; “hiçbirimiz bunlardan muaf olmayacağız”.
Her acının sonunda gelen mutluluk… Sıkıntının sonunda ferahlık… Ayrılığın sonunda kavuşmak mutlu eder ve heyecan verirse insana…
İçimizi ısıtacak, gönüllerimizi ferahlatacak güzel yazılarda buluşmak üzere…