Maneviyat âlemimizi çepeçevre sararak, huzur atmosferinde mesafe aldıran, kalbi ve ruhi duygularımızın doyumsuz gıdası hükmündeki manevi latifelerimizin (duygu) en önemlilerinden biridir muhabbet.
Muhabbet, moral dünyamızı iplik iplik örerek “Sevgi Yumağı” şeklinde hayat nasip eden yüce hasletlerimizin başında gelir. Onsuz bir hayat karanlıklı ve perişan bir özellik arz eder. Tüm huzursuzluklar ve kargaşalar bu hayat iksiri duygunun yerini, nefrete terk etmesinden kaynaklanmaktadır.
Kâinatın hamuru sevgi mayasıyla yoğrulmuştur. Dikkat edildiğinde kâinat tezgâhının bütün parçalarının birbirine muhtaç ve birbiriyle alâkadar bir surette yaratıldığı görülecektir. Neslin devamını temin eden karşı cinsler birbirinin tamamlayıcısı durumundadır. Bunlar arasındaki uyumluluğu ve anlaşmayı temin eden kuvvet ise, şüphesiz ilâhi bağlılıktır. Birbirini anlamayanlar sevgi ocağı manasındaki aile yuvaları tesis edemezler. Aile ocakları topluma eleman yetiştiren müesseseler olduğuna göre cemiyetin esasını teşkil eden unsur yine sevgi bağları olmaktadır.
Hemen hepimizin bağrımıza bastığımız, derdimizi paylaştığımız dost çevrelerimiz; sevgi iplerinden, hürmet hislerinden örülmüş dostluk halkalarımız vardır. Ve yine gönüller ülkesinde taht kuran can-ı canlarımız vardır. Bütün bunlar göstermektedir ki, muhabbet, hayatımızın vazgeçilmez bir parçasıdır.
Dünya memleketine merhaba diyen yavruya ilk iş olarak sevgi ve şefkat hisleri imdada gönderilmektedir. Sevgi parçası anneye gece uykularını feda ettiren, sıcak sinesinde ninnilerle büyüttüren, şefkat nimetini ikram ettiren ilâhi kudret ne kadar büyüktür.
Muhabbet, yaratılışımızın özünü teşkil eden, fıtratımıza uygun en lâtif duygularımızdan birisidir. Fıtrat ise fıtri olmayan şeyleri reddettiği için bu kıymetli hissiyatımızı fanilik damgasını yiyen mahlûklar üzerinden atarak, sonsuz olan yaratıcıya muhabbet etmek suretiyle değerlendirmeliyiz. Ondan başka sevilmeye lâyık olan yoktur. Onu sevmek ise O’nun sevdiklerini de sevmektir.