Türkiye’de son yıllarda çok büyük bir hayat pahalılığı yaşanmaktadır. Evet, ekonomik kriz yaşıyoruz. Ekonomik krizin çok sebepleri sıralanabilir. Ekonominin iyi yönetilememesi, ekonomik faaliyetlerde yanlış tercihler, pandemi, yolsuzluk, savurganlık, israf vb. saymak mümkün.
Ev kiraları, emlak fiyatları, sebze-meyve fiyatları, giyim-kuşamdaki artışlar, yeme-içmedeki astronomik rakamlar, turizmdeki durum, otomobil fiyatları anormal bir şekilde artış göstermiştir. Hâlâ da göstermektedir. Yalnız bu artışlar yaşadığımız krizle orantılı olmamaktadır. Ekonomik kriz bir ise yaşadığımız hayat pahalılığı üçtür. Burada krizden nemalanan esnafın yaşanan ekonomik krizin kaç katı zam yaptığı bir gerçektir. Esnaf istediği gibi malına zam yapabiliyor. Kimse de önüne geçemiyor. 20-25 günde bir saç tıraşı oluyorum. Üst üste dört tıraşa her seferinde farklı bir ücret ödedim. Dolar, altın ve akaryakıt fiyatlarının artışının çok çok üstünde bir zamlı hayat yaşıyoruz. Tarladan 3 liraya alınan domatesi vatandaş 30 liradan yiyor. Bu nasıl bir anlayış? En büyük payı üretici alması gerekirken en düşük payı üretici alıyor, aracılar ise en büyük payı kapıyorlar. Buna bir çare bulunması gerekmiyor mu?
Bir mal piyasada az bulunduğu takdirde fiyatı yükselir. Ama bugün mal sıkıntısı olmadığı halde fiyatlar çok yüksek. Her taraf patates dolu ama pazarda, markette, manavda çok yüksek fiyatlardan satıldı. Soğan o keza.
Bir ay boyunca alış-verişlerimize dikkat edelim. Zaruri ihtiyaçlarımızın dışında alış-veriş yapmayalım. Zevk için otomobil almayalım, lokanta ve kafeye gitmeyelim, pahalı gördüğümüz hiçbir şeyi almayalım. Mesela, karpuz fiyatı çok yüksek mi, bir ay yemeyelim. Ellerinde kalsın karpuzlar. Pazarda 15-20 liradan satılan limon bir anda ne oldu da 80-100 liraya yükseldi?
Temizlik ürünleri ha keza. Yediklerimiz, giydiklerimiz kadar bunları temizlemeye para harcıyoruz. Çamaşırlarımızı yıkamak için kaç çeşit deterjan kullanıyoruz. Bulaşıklar için yine aynı.
Lüksümüzden vazgeçelim piyasa öyle bir duruma gelir ki fiyatlar ciddi manada düşüş gösterir. Bizler ne yapıyoruz, bugün ne kadar alırsak o kadar kardayız, zira yarın zamlanacak diye düşünüyoruz. Lokantaya gidip astronomik fiyatlar ödeyeceğimize evimizde ailemizle yemeyi tercih edelim. Sıradan bir yerde bir kişilik sabah kahvaltısı 600 lira olur mu? Bu yer deniz manzaralı değil, göl kenarı değil, orman içi değil. Yani hiçbir özelliği olmayan şehir içinde bir yer. Pahalı yerlerden kaçınmalıyız. Böyle düşündüğümüz ve gereğini de yaptığımız an fiyatlar düşecektir.
Ama maalesef toplumsal tepki veremiyoruz. Hem sızlanıyoruz, ağlıyoruz hem de gidip o pahalı malzemeleri alıyoruz. Bir şey haddinden fazla pahalı mı bir ay almayalım, ölmeyiz ya, bak nasıl düşüyor fiyatı. Bütün mesele toplumsal tepki verme şuurumuzun gelişmemiş olmasıdır. Eh böyle olunca da bindirirler zammı. Hükümete tepkimizi verelim ama piyasaya da verelim tepkimizi.
Bir insanın maaşı kadar ev kirası olur mu? Yaşadığımız depremden sonra ev kiraları Türkiye’nin her tarafında üç-beş katına çıktı. Bu vicdansızlık değil mi? Fırsatçılık değil mi? Bu vaziyet sadece ekonominin bozulması değil, ahlakın da bozulmasıdır. Toplumsal bir çürümenin göstergesidir. Bozulan ekonomiyi gerekli tedbirler alındığında 3-5 senede düzeltmek mümkün ama bozulan ahlakı düzeltmek çok uzun yılları gerektirir.
Devletin, hükümetin bu duruma dur demesi, bir çare bulması elbette kaçınılmazdır. Bu olumsuzluğu düzeltmek, devleti yönetenlerin görevidir. Bu krizden etkilenen vatandaş olarak bizlerin de yapmamız gerekenler vardır. Ekonomik krizi önlemeye vatandaş olarak gücümüz yetmez ama alış verişlerimizde daha dikkatli olmak ve toplumsal tepki vermek elimizdedir.