Eskiden Belen geçidinden Halep vilayetine ve Antakya’ya giden en kestirme ve sağlam yol, Belen – Kıçı -Topboğazı arasındaki Çakallı Köyü önünden geçermiş. 800 m yükseklikten, daracık yoldan kıvrım kıvrım indikçe, başınız döner, önünüzdeki kocaman Amik Ovası’nın ihtişamı, kuş cenneti gölün doyumsuz güzelliğine kendinizi kaptırırdınız. Zamanın ihtişamlı arabalarının egzozundan çıkan siyah dumanına, motordan gelen gürültülere aldırmadan yavaş yavaş göl aynasına ulaşırdınız. Fransız işgali döneminde yolun kenarlarına dikilen çınar ağaçlarının, zakkumların rengarenk açan çiçeklerinin arasından tozu toprağa katar, menzile varırdınız Topboğazı mıntıkasında. Yıllar öyle hızlı, öyle çabuk geçiyor ki, yolun geliştirip büyüttüğü küçük obalar, mezralar köylere, kentlere dönüşürken, bir bakmışsınız gelişen teknoloji ile dağlar del inip, geniş, çok şeritli asfalt yollar yapılıp, eski keskin dönemeçli daracık yollar yerini kestirme, düz yollara bırakıyor. Yollar genişleyip, menziller kısaldıkça, eski yol güzergâhları kıyısında bulunan bir zamanların her şeyiyle muhteşem, güzel, bakımlı, çok sayıda insanın uzun yıllar yaşadığı doğa cenneti yerler, köyler, mezralar, obalar terk edilmeye başlıyor. Topboğazı’ndan, kara bir yılan gibi İskenderun’a doğru uzanan çok şeritli asfalt yoldan eski yola döndüğümüzde Çakallı köyünde al yanaklı, dinç, zıpkın gibi delikanlıların ve ihtiyarların yaşadığı, bir köy düşlüyorduk. Bir zamanlar Büyük İskender’in, Daryus’un, Hatta Mısır Hidivi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa’nın 19.yy’da Osmanlı ordusunu yenerken konakladığı, bir süre dinlendiği bu köyden Topboğazına, yapay gölete bakacak, tarihi gözlerimiz önünde canlandıracaktık. Üzerinden geçmeye kıyamadığımız Cumhuriyet dönemi taş köprünün kemerlerine bakıp, denklanşöre basarak, döne döne vardık ki, in cin top oynuyor. Mehmet Kahya Efendi’nin 1965 yılında yaptığı cami ve minarenin yanındaki sokağa sapıyoruz. Zincire bağlanmış Kangal ile kurt bozması bir köpeğin havlamalarına aldırmadan dolaşırken, perdeleri çekilmiş pencereden bakan yaşlı ve yalnız kadınla sohbete dalıyoruz. “Kimse kalmadı yavrum. Gittiler, İskeleye, Gediğe, Beylan’a gittiler.” Sözleri içimizdeki hüznü pekiştirdi. Gelişigüzel, yollara atılmış tarım aletlerinin, pencereleri tahtalarla çapraz çakılmış eski taş evlerin önünden geçiyoruz. Ne soran var, ne de kimsiniz diyen! Hatay’ın Belen ilçesine bağlı Çakallı köyü, terk edilmiş, unutulmuş, yaşayan insanların komşu yeni merkezlere gidip yerleştiği, kalanların ise kaderini beklediği bir yer. Bulunduğu yer itibariyle ovanın bütün noktalarını görebileceğiniz Çakallı köyü, bir zamanlar burada yaşayanların bıraktığı taş evlerin yavaş yavaş yıkılmaya başladığı, evlerin ovaya bakan cephelerindeki pencerelerinden dışarı bakan ihtiyarların, dul kadınların, özlem ve hasret çeken insanların yaşadığı bir yer haline gelmiş. Eski taş evler yıkılmaya yüz tutmuş, yeni yapılan beton yığını evlerde ise kimse yok. Bir zamanlar buranın beyleri, ağaları, onların çocukları da gitmişler. Teyze diyor ya; “Oğlum neydicin ki, hepiciği gitti, şehre gettiler.” iskeleye. İskele, yani İskenderun’a. Beylan’a, yani Belen’e. Dedebeylerin, Fransıza karşı direnen Çetelerin yaşadığı köyde, ne tarih kalmış görülecek, ne de köyün tarihini bilenler. Yolları kilit taşı döşenmiş köyün kapı numaralarına bakıp da kaç hane var bu köyde yaşayan diye merak ederseniz, nafile. Köyde 20, bilemedin 25 kişi yaşıyor. Dul ve yaşlı kadınlar, onların çoluk çocuğu. Köyün okulu yok. Sağlık ocağı yok. Bu köyde kocaman bir hüzün var. Bu köyde yalnızlık, bu köyde unutulmuşluk var. Çakallı köyünde yemyeşil bahçelerin, o meşhur Çakallı suyunun suladığı meyve bahçelerinin, sebze bahçelerinin, sessiz yok olmasının, kimilerinin medeniyet dediği o büyük çarkın, topraklarından koparıp savurduğu insanların hikâyeleri var: “Zamanın behrinde, çevreye korku ve dehşet salan sekiz kardeş yaşarmış. Zorba, güçlü, korkusuz kardeşler, gün olmuş padişaha şikâyet edilmişler. Padişah efendimiz sekiz kardeş hakkında ferman çıkartmış “kelleleri vurula” diye. Bir paşa gönderilmiş infaz için. Gençlerin anneleri iki gözü iki çeşme, yalvarmış, yakarmış “etmen, eğlemen paşam” deyu. Paşa yüreği annenin yalvarışlarına dayanamamış ve “Bir şartla hayatlarını bağışlarım” diyerek kardeşleri birbirinden çok farklı yerlere sürgün etmiş. Bu kardeşlerden birinin gelip yerleştiği yerlerden biri de Belen ilçesine bağlı Çakallı köyü imiş. Diğer kardeşlerin yerleştiği yerlerin adı da Çakallı ismiyle anılıyormuş günümüzde. İskenderun’a, ya da İskenderun’dan Antakya’ya giderseniz Kıcı denen köy yakınlarında durun. Aşağılarda bir köy görürsünüz. O köyün adı Çakallı. Belen’e bağlı. Yavuz Selim döneminde kurulduğu tahmin ediliyor. Belen ilçesine bağlı… Hatay’ın 360 köyünden biri. Yaz aylarında İskenderun’da oturanların yazlık, ya da yayla niyetine gelip oturdukları, kış aylarında ise kapıların kilitlenip, perdelerin çekildiği garip bir köy.