PADİŞAHLIKTAN İNMEK
Bir gün Harun Reşid, Behlül ile görüşmek, hikmetli sözlerini duymak istedi. Bu şekilde adamlarını gönderip Behlül’ü getirmelerini söyledi. Gidenler Behlül’ü boş bir mezar içinde uyur buldular. Uyandırdıklarında;
“Siz ne yaptınız. Beni padişahlık makamından indirdiniz. Şimdi ben ne yapacağım.” dedi.
Görevliler gidip bu sözleri Hanife’ye bildirdiler. Harun Reşid Onun bu hâline bir mana veremedi, huzuruna geldiğinde;
“Ey Behlül! Bu ne iş. Sen hangi padişahlıktan indirildin?” dedi.
O, bu soru üzerine;
“Ey Halife! Rüyamda kendimi hükümdar olmuş gördüm. Tahtımda oturuyordum. Hizmetçilerim vardı. Saltanat ve ihtişam içinde idim. Lakin senin adamların beni uyandırdı ve tahtımdan oldum.”
Bu sözlere Harun Reşid güldü ve;
“Ey Behlül! Rüyadaki padişahlığa itibar olur mu?” dedi.
Bunun üzerine Behlül hazretleri;
“Ey müminlerin emiri! Benim hükümdarlığım ile seninki arasında ne fark var. Ben gözlerimi açınca hayat buldum. Sen gözlerini kapayacak olsan ebediyen emirlikten düşecek saltanatından olacaksın ve nedamet, pişmanlık günün başlayacak. O hâlde hangimizin hükümdarlığına itibar yoktur siz söyleyin.” dedi.
***
BENDEN DAHA ZEKİ BİRİYLE ÇALIŞMAM
Dördüncü Murat devrinde Padişah, rakı içilmesini yasaklamıştır ve içenler hakkında da çok sıkı kovuşturma yaptırmaktadır.
Şeyhülislam’ı çekemeyen yüksek rütbeli bir zat Padişah’a Şeyhülislam’ın bu yasağa uymadığını gammazlamış.
Padişah da öfkelenerek güvendiği mabeyincilerden birini haber vermeden akşama doğru Şeyhülislam’ın evine yollamış.
Saray’dan gelen bu misafire gerekli ikramlar yapılıp oradan buradan konuşulurken odanın kapısı açılmış ve elinde gümüşten rakı tepsisi ile uşak görünmüş. Mabeyincinin Şeyhülislam’la oturduğunun farkına varan uşak bozuntuya vermeden: “Efendi Hazretleri, ben zat-ı alilerine bizim aşçıbaşının gizlice rakı içtiğini söylemiştim ama siz bana inanmamıştınız. İşte tepsisini getirdim ki sözlerimin doğru olduğunu göresiniz.” demiş.
Şeyhülislam Efendi yalandan da olsa müthiş hiddetlenmiş, Padişah’ın emrini dinlemeyen bir insanın kendi evinde bulunduğu için çok üzülmüş. Mabeyinci olayı Padişah’a anlatarak Şeyhülislam’ı kurtarmış.
Ertesi sabah Şeyhülislam uşağını çağırmış, bir kese altın uzatarak: “Oğlum, şunu al ama bir taraftan da kendine başka bir kapı ara. Ben kendimden daha zeki insanlarla aynı çatı altında oturmaya tahammül edemem.”
***
SADRAZAM VE ÜÇ ZARF
Anlatılır ki, Osmanlı zamanında işlerin pek de iyi gitmediği bir dönemde, yeni bir sadrazam göreve getirilir.
Devlet saltanat ile yönetildiğinden, ikinci adam olan sadrazam (vezir-i azam) tüm sorumluluğu üstlenmektedir.
Yeni sadrazam oldukça hırslı, biraz da çok bilmiş birisidir.
Devir teslim yapılır.
Eski sadrazam görevi devrederken yeni ve genç sadrazama bakar, yıllar önceki kendi halini hatırlar.
Derken, devrik sadrazam önceden hazırladığı üç tane mektubu üç zarf içerisinde yeni sadrazama verir.
Ve şöyle der:
“Başın sıkıştığında bir nolu zarfı aç.”
Yeni sadrazam nezaketen bir şey demez. Zarfları alır. Bir kenara koyar. İşe başlar…
Aradan bir zaman geçer.
Dedik ya; işlerin iyi gitmediği dönemlerdir. Dolayısıyla yeni sadrazamın da bir faydası olmaz.
Yeni sadrazam yavaş yavaş sıkışmaya başlar. Sağa vurur, sola vurur; sonunda aklına eski sadrazam ve bıraktığı zarflar gelir.
Bir nolu zarfı açar, içinden çıkan mektubu okur.
Şöyle demektedir:
“Yapacağın, yapamayacağın bir sürü vaatte bulun. Sıkışırsan ikinci zarfı aç.”
Sadrazam başlar atıp tutmaya.
Bir zaman durumu idare eder.
Herkes;
“Hele durun! Galiba bir şeyler yapacak” diye susar.
Ancak işler düzelmez, yeniden itirazlar başlar.
Bu defa, iki nolu zarfı hatırlar ve açar. İçinden çıkan mektubu okur.
Şöyle demektedir:
“Kendinden öncekileri karala, ‘benim suçum yok’ de ve sıkışırsan üçüncü zarfı aç.”
Başlar geçmiştekilere sataşmaya:
“Benim bir suçum yok, ben geldiğimde şöyleydi, böyleydi…”
Bir zaman durumu idare eder. Herkes susar, bir süre ses çıkmaz…
Bu taktik de uzun sürmez.
Artık yeter anladık, senin suçun yok, ancak çözüm bulasın diye getirdik seni, mazeret uyduruyorsun diye itirazları başlar.
Yeni sadrazam bu defa gerçekten çok sıkışır. Aklına üçüncü zarf gelir. Başka da çare kalmamıştır. Zarfı açar ve bakar.
Şöyle denilmektedir:
“SEN DE ÜÇ TANE ZARF HAZIRLA…”
***
HALKI YÖNETMEK
Stalin komünist parti lideridir… Partililer ile içkili bir eğlence gecesi düzenler… Pek tabi, votkalar su misali içiliyor… Haliyle herkesin kafası duman vaziyette!
Stalin etrafındakilerin dikkatini çekip kendisini dinlemelerini sağlamak için elindeki votka şişesine çatalla vurmaya başlar…
-Sizler yıllardır devlet için çalışmış, ihtilale emeği geçmiş kişilersiniz… Söyleyin bakalım halkın yönetime kayıtsız şartsız baş eğmesi, liderinin her dediğini onaylaması için yöneticiler nasıl davranmalıdır? diyerek sesli bir şekilde etrafındakilere seslenir…
Kendisi gibi alkolün etkisiyle votka şişesi gibi olmuş kafalar farklı fikirler ortaya atarlar…
İçlerinde haktan, adaletten, demokrasiden, sürgünden, idamdan, hapisten söz edenler olur…
Stalin söylenenleri beğenmez…
-Yönetimi eline geçiren en güçlü ve en yücedir… Halkın karşınızda baş eğmesi için ne gerektiğini size bir örnekle göstereyim.
Hemen çalışanlardan birine buyurur…
-Bana hemen bir tavuk getirin…
Tavuğu çabukça bulup getirirler… Stalin salonda oturanların şaşkın bakışları arasında canlı tavuğun tüylerini yolmaya başlar… Tavuğun bütün tüylerini yolup cascavlak bıraktıktan sonra salonun ortasına salar…
Çalışma arkadaşlarına döner:
-Şimdi izleyin bakalım bu şaşkın tavuk nereye gidecek?
Zavallı tavuk çektiği azaptan kurtulmak için aralık kapıdan dışarı çıkmak ister lakin soğuktan titrer… Masaların altına girer, masa ayakları canını acıtır… Duvar diplerine gider lakin her yanı yara bere içinde kalır… Şömineye yaklaşır ama tüysüz derisi sıcağa dayanamaz…
Çaresizlikten tüylerini yolan Stalin’in bacakları arasına sığınır…
Stalin cebinden bir avuç yem çıkarır ve yolunmuş tavuğun önüne tane tane atar…
Yemlenen tavuk, Stalin nereye giderse peşinden ayrılmaz…
Ağızlarını açmış şaşkınlıkla kendisini izleyen arkadaşlarına gülerek bakan Stalin şöyle der;
-Gördünüz mü HALK dediğiniz topluluk bu TAVUK gibidir… Tüylerini yolacak ve serbest bırakacaksınız… O zaman yönetmek kolaylaşır…
Hikâye hiç de yabancı gelmiyor değil mi?